İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  Bulgaristan Turkleri Sayfa 2
 


BULGARİSTAN  TÜRKLERİ  Sayfa - 2

Milli Bağımsızlık İdeolojisinin Doğuşu

Bulgarların Milli Uyanış dönemine girmelerinin nedenleri, XVIII. Yüzyılda ekonomik ve sosyal yaşamda olan değişikliklerde ve özellikleyeni bir sosyal sınıf olan burjuvazinin ortaya çıkışında aranmalıdır. Uyanış dönemi,Bulgaristan'da, kapitalizmin ortaya çıkış ve eski sistemin çöküş dönemi ve aynızamanda Bulgar ulusunun formasyonu ve ulusal özgürlük için çaba dönemi oldu. Uyanış,Bulgar ulusal özgürlük ideolojisinin olgunluğa ulaştığı dönemdir.

Bulgar halkının ulusal kalkınması konusunda ilk bilinçli kavgacı ve milli bağımsızlık ideolojisinin kurucusuHilendar'lı Paisiy idi. Halk için çalışmayı seven zanaatkar ve tüccarların yerleşmemerkezi olan Bansko'da doğup büyüyen Paissiy, dönemin değişmekte ve Bulgaristan'dayeni bir sosyal sınıfın bilinçlenmekte olduğunu daha çocukluğunda hissedebilmişti.Bansko tüccarları Mesta ve Struma nehirleri vasıtasıyla halka çeşitli malargetiriyorlardı. Aynı zamanda Ege sahillerindeki üreticilerden pamuk getirip bunuAvusturya ve Bohemya'daki tekstil üreticilerine satan büyük ve girişimci tüccarlar davardı. Sonraları, Zograf ve Hilendar manastırları keşişleri olarak ve dinsel amaçlaseyahat eden grupların lideri sıfatıyla çalışan Paisiy, halkının özlemlerini veonların varlığını tehdit eden tehlikeleri hissetti. Voyvodina'da Sremski Karlovtsi'yegitti ve orada, Bulgarların da dahil olduğu Slav'ların tarihi konusunda kitaplar okudu.Bu onu büyük, yurtsever, kahramanca girişimine zorladı.

Paisiy, 1762'de Bulgar halkınıngelişiminde yeni bir çağın öncüsü olan, ünlü "Slav-Bulgar Tarihi" kitabınıtamamladı. Bu kitapta, Bulgaristan'ın bağımsız bir devlet olduğu zamanlardaki görkemligeçmişinin ulusal onurunu dile getiriyordu. Aynı zamanda Osmanlı fatihlerinin ve İstanbulPatrikliği'nin egemenliği altındaki halkının o günkü durumunu ortaya koyuyordu.Paisiy'e göre, siyasi özgürlükten ve kilise bağımsızlığından yoksun ve büyükHelen burjuvazisi tarafından yüzüstü bırakılmış Bulgar halkı, bağımsız ırkîvarlıklarının yok edilmesi tehdidi ile karşı karşıya idi. Bu gerçek, Paisiy'inkendi kökenlerini ve ana dillerini unutanlara ve kendilerine Bulgar demekten utananlarakarşı sesini güçlü bir biçimde duyurmasına neden oldu. "Oh mantıksız veaptal insanlar, niçin Bulgar olmaktan utanıyorsunuz ve niçin kendi öz dilinizi okuyupkonuşmuyorsunuz?" diye soruyor ve bunun yanıtını da veriyordu. Bu, mantıksızlıktı,anlamsızdı, çünkü Bulgarlar görkemli bir geçmişe sahiptiler ve Avrupa'nın devletotoritesine ve kendi kültürüne sahip en eski uluslarından biri idiler. Paisiy'nin,Bulgar kökenli olmaktan utanan insanlara böyle seslenişi, kendi Bulgar milliyetinikorumaktaki çabasının bir anlatımı idi. Bu nedenledir ki "Slav-BulgarTarihi" kitabında, ilk ulusal özgürlük programının yani, milli uyanış, bağımsızbir Bulgar Kilisesi ve Politik özgürlüğe ulaşmanın hedeflerini açıkladı.

Hilendar'lıPaisiy'nin fikirlerinin kitleler üzerinde çok güçlü bir etkisi oldu.
Paisiy'nin tarihi Bulgaristan'ın her yerinde çok sayıda çoğaltıldı ve geniş ölçüdeokundu. Kitaba Paisiy'nin yandaşları tarafından bazı eklemeler yapıldı veyurtseverlik ve milli bağımsızlık kavgasının esin kaynağı olarak tanıtıldı veyayıldı. Kitabın bu güne dek kalmış 60 kopyası ve düzeltilmiş baskıları yapıldı.Tarih'i çoğaltanlar arasında en önemli kişi ve Paisiy'nin bu işe en çok kendiniadamış yandaşı, Kotel'li bir papaz olan ve daha sonraları Vratsa piskoposluğunagetirilen Sofronius idi. Bulgar tarihinde, Ulusal Kalkınmanın başlangıç dönemlerinde,en önemli olayların merkezinde rol almış, özellikle ulusal-özgürleşme amacınaRusya'nın desteğini sağlamak için girişilen hareketi düzenlemişti.

Bulgarların Millîuyanış hareketi XVIII. Yüzyılın sonlarında ve XIX. Yüzyılın başlarında Osmanlıİmparatorluğu'ndaki kargaşalıklar yüzünden gecikti. Bu kargaşalıklar, askerî idarîsistemin bölünmesini ve buna karşılık merkezî hükümetin, imparatorlukta politik veaskerî reformlar yapma çabalarını birlikte getirdi. Reforma yeniçeriler ve bazı bağımsızlıkyanlısı yerel yöneticiler karşı çıktılar. Barış içinde yaşayan Hıristiyan veMüslüman halkı yaklaşık 20 yıldır yağma ve talanlarıyla huzursuz eden, silahlı eşkiyalarıngöçebe kolları bu durumdan yararlanıp her yeri ateşe verdiler ve kılıçtan geçirdiler.Bunlara karşı mücadelede Bulgarlar da rol aldı. Silahlanmalarına ve kendilerinikorumak için yerleşme merkezlerinin çevresine istihkam duvarları inşa etmelerine izinverildi. Bu da kendilerine olan güvenlerini artırdı ve savaşma ilhamı verdi.

Asi yerel yöneticilerindirenişi kırıldıktan, yeniçeriler ve silahlı eşkıya yok edildikten sonra,huzursuzluk sona erdi. Buna XIX. Yüzyılın 20'li yıllarında ulaşıldı ve merkezî hükümetIII. Selim'in tasarladığı, ancak yapmayı başaramadığı reformları gerçekleştirmeyeve politik üst yapıyı, değişen sosyo-ekonomik koşullara göre ayarlamaya kararverdi. Askerî hizmetlerine karşılık sipahilere toprak verme sistemi 1832 ve 1834 yıllarıarasında kaldırıldı. Tarımda çiftçilik modelinin gelişmesi ve pek çok sipahieyaletinin sivil idareye, Müslüman tüccarlara ve tefecilere geçmesi ile sayılarıazalmış olan sipahilerin, köylüleri idare etme ve feodal kirayı onlardan alma haklarıelerinden alındı. Bunun yerine, devlete destek olacakları kabul edildi. Sipahi süvarilerive yeniçeri piyadeleri dağıldılar ve bunun yerine, batı modeline göre düzenlenen,silahlandırılan ve eğitilen yeni bir ordu aldı.

Batı ve Kuzey-Batı Bulgaristan'da Köylülerin Ayaklanması

Kültürel aydınlanma hareketi yayılıp bağımsızkilise mücadelesi devam ederken köylü yığınlarının ayaklanmaları BatıBulgaristan'ı sarstı. İlk ayaklanma 1835'te Pirot'ta patlak verdi, bunu 1841'de Niş bölgesindeçıkan ayaklanma izledi ve ayaklanmalar Bulgarlar ve Sırpların oturduğu bölgelere doğruyayıldı. Ancak çok geçmeden bastırıldı.En büyük ayaklanma 1850'de patlak verdi.Vidin, Kula, Lom ve Belogradcik kasabalarının çevresindeki köylere yayıldı.10,000'den fazla isyancı Belogradcik kalesini çevirdiler, ancak ateşli silahları olmadığındankaleyi zaptetmeyi başaramadılar ve düzenli Osmanlı orduları karşısında dayanamadılar.

Köylülerin ayaklanmaları,Sipahilerin keyfi davranışlarına karşı idi. Askeri toprak mülkiyeti sistemindenvazgeçilmiş olunmasına karşın sipahiler köylüler üzerindeki güç ve baskılarınısürdürüyorlardı. Devletin almakta olduğu vergi, resim ve harçlara ek olarakkendileri için tamamıyla yasa dışı toprak kirası topluyorlardı. Sipahiler aynızamanda köylülerin özel ve toplu kullanıma ait topraklarını çiftlikleri dönüştürüpdilediklerince kullanıyorlardı.

Ayaklanmalar, aynızamanda ulusal özgürlük hedeflerine yönelikti. Liderleri, yani İvan Kulin ve diğerleridışarıdan gelecek -özellikle özgür Sırbistan devletinden gelecek- yardıma güvenmişlerdi.Sırbistan'ın doğudaki etkisini genişletmek isteyen yöneticileri, Bulgar isyancıliderlerine cesaret ve yardım etmeye söz vermişlerdi. Ancak ayaklanmalar baş gösterdiğinde,Türklerin misillemesinden korkarak söz verdikleri yardımı yapmayı reddettiler. Bununüzerine Bulgarlar, büyük gruplar halinde Sırbistan'a göçtüler.

XIX. Yüzyıl başlarındaRus -Osmanlı savaşında rol alan Bulgarlar da bağımsızlık hedeflerini izliyorlardı.Bunlardan biri Kotel kasabasından Kaptan Georgi Mamarcev idi. 1835 yılında, diğerBulgarlar'la birlikte, Tırnovo bölgesinde planlanan bir ayaklanmayı açıklamak amacıylabir gizli toplantı düzenlendi. Ancak, Bulgar tarihine "Velahova Zavera" olarakgeçen toplantıya katılanlar Tuna'yı geçmeyi ve Bulgaristan'da bir isyan çıkarmayıdüşünüyorlardı. Ancak durum hükümetçe haber alındığından planları başarısızlığıuğradı.

Milli Uyanış Hareketi ve İsyanlar

XIX. yüzyılın ilk yarısında Bulgar Milli uyanışhareketinden sonra dini amaçlar dışında pek çok okul kuruldu ve İstanbul Patrikliğindenayrılıp bağımsızlığa kavuşmak amacıyla bir mücadele başladı. Bulgar topraklarında,halktaki ulusal duyguları uyandırma ve bir Bulgar ulusunu oluşturma çalışmalarıdevam etti. Osmanlı İmparatorluğu Kırım Savaşını (1853-1856) kazanmış olmasınakarşın bu savaş onun için olumsuz sonuçlar doğurmuştu. Savaş eski sistemin değişmesinihızlandırmış ve bunun neticesinde imparatorluk içindeki değişik sınır ve uluslararasındaki anlaşmazlıkları kızıştırmıştı. Aynı zamanda batı kapitalizmininimparatorluk ekonomisine sızmasını kolaylaştırmış ve böylelikle imparatorluğu,yavaş yavaş ekonomik ve politik olarak bağımlı bir ülke haline getirmişti.

Milli bilinçlerini kazanan Bulgarlar,özellikle Rusya'nın desteğiyle 1855'ten başlayarak önemli isyan ve komitefaaliyetlerine giriştiler. Bu komitelerin amacı Sırp beyliği gibi bir Bulgar beyliğikurmaktı. 1835'de Rus subayı üniforması taşıyan Georgi Mamarçev'in yönetiminde Tırnovo'dabir isyan hareketi görüldü ve bastırıldı. 1841'de Niş ve çevresinde Sırbistan'dangelen komitecilerin tahrikiyle oldukça önemli bir ayaklanma oldu. Bu da yatıştırıldı.Aynı zamanda Eflak'da İbrail'de Tuna'yı geçmek isteyen bazı çeteler yok edildi.1850'de Sırbistan'dan gelen komiteciler, Vidin bölgesinde 10 bin köylünün katıldığıbüyük bir ayaklanma çıkarmaya çalıştılarsa da başarıya ulaşamadılar. KırımSavaşı (1854-1856) sırasında iki bin kişilik bir Bulgar gönüllü kıtası Rusordusuna katıldı. 1856'da Tırnovo'da yeni bir isyan hareketi görüldü. Osmanlı hükümetikomiteci faaliyetlerine karşı Bulgaristan da yönetimi düzeltecek bazı önlemler aldı.

Bulgar çorbacılarınıteşkilatlandıran ve onlara bazı yetkiler veren bir "Çorbacı Nizamnamesi"yaptı. Bir ayaklanma bölgesi halini alan Vidin-Niş bölgesinde, köy ağaları karşısındaköylünün durumunu düzeltecek kanunlar çıkardı. İl meclislerine Bulgarların da katılmalarınısağladı. Ancak komitecilerin girişimi gittikçe genişledi. Bükreş'te "BulgarMerkezi İhtilal Komitesi" kuruldu. Bulgaristan halkını Osmanlı Devleti aleyhindekışkırtmak ve haydutluk ederek mal, eşya, para elde etmek ve çeşitli uygunsuzhareketlerde bulunmak amacıyla kurulan bu cemiyetin bir kolundan olan Filip Totü adlıkişinin Ziştovi'de ayrı bir cemiyet kurarak eşkıyalığa başlaması üzerine,bunlardan yakalananlardan ikisinin müebbet hapsine, sekiz kişinin, onbeş yıl, onsekizkişinin onar yıl kürek ve diğer bir şahsın da Kıbrıs'ta üç yıl kalabentliğinekarar verildi. Başkanları Lüben Karavelov'du. Komitede, bütün Bulgaristan'dakiihtilal komitelerinden oluşan bir şebeke meydana getirerek genel bir ayaklanmaya kararverdi .

Türkiye'nin savaştakimüttefikleri Britanya ve Fransa'nın önerisi üzerine, 1856'da Babıali, halkındurumunu ve devlet organizasyonunu geliştirecek yeni reformlar vaat eden Islahat Fermanınıyayımladı. Ancak Türkiye'de savaştan sonra da keyfi idare devam ediyor ve halkındurumu gitgide bozuluyordu. 30'lu ve 40'lı yıllarda gelişen ve büyüyen zanaat veticaret Batı Avrupa'da üretilen malların rekabeti ile karşılaştı ve gerilemeye başladı.Organizasyon, yeni silah ve teçhizat temini, bunun yanı sıra bürokratik üstünlüğünkorunması için, devletin çok büyük kaynaklara gereksinimi vardı ve bu paravergilerin yükseltilmesi ve yabancı kredilerle sağlanıyordu. Köylüler, yerel yöneticilerve hükümet görevlilerinin acımasızlıklarından ıstırap çekmekteydiler. Çok büyükmiktarlarda besin maddesi ve tarımsal ham maddeler ülke dışına ihraç edilirken, ülkeninpek çok bölümünde halk temel beslenme maddelerinden yoksundu.

Zanaattaki gerileme veköylünün giderek artan bir biçimde sömürülmesi küçük üreticiler üzerinde yıkımetkisi yaptı. Kırım savaşının sonucu olarak Bulgar topraklarında, üretim yapamayanve geçinemeyen geniş bir halk kesimi oluştu. Bu da büyük bir iş gücünün Eflak, Boğdan,Besarabya, Ukrayna Sırbistan ve diğer yerlere göç etmesine yol açtı. Aynı zamanda,bunun tam tersine bir olgu da gelişmekteydi; şöyle ki Bulgar tüccarları, tefecileri,müteahhitleri, komisyoncuları ve benzerleri arasında yeni zenginler artmaya başladı.Ancak gerekli yasalar ve düzenin olmaması nedeniyle, bunlar yeni edindikleri varlıklarınıkapitalist üretime yatırmaya isteksizdiler. Bu da, Kırım savaşından sonra dahi,kapitalizmin Bulgar topraklarında çok yavaş ve çok sınırlı bir biçimde gelişmesininnedenini açıklamaktadır. Ülkenin özgürlüğe kavuşmasından önce, ücretli iş gücükullanan sınai girişimlerin sayısı hiçbir zaman 20'yi aşmadı. Buna ek olarak, ücretliişgücü kullanan merkezileşmiş ve ayrı ayrı yaklaşık 200 üretici vardı.Bulgarların sahip olduğu çok az sayıdaki çiftliklerde, toprak, durumları kırsalkesimdeki proleteryaya yakın olan rençperler tarafından işlenmekteydi.

Kırım Savaşı'ndansonra, Bulgar topraklarının ekonomik gelişiminde beliren bu iki ayrı eğilim, ulusalözgürlük kavgasındaki sosyal güçler arasında bir ayrılık yarattı. Ekonomiketkinliklerinde güvenceden yoksun olmalarına karşın bu büyük burjuvazi, yönetimdekiTürklerle işbirliği yaptı. Reformların gerçekleştirilmesinin Türkiye'yi liberalbir burjuva devletine dönüştüreceğine ve böylelikle devlet politikası içine yavaşyavaş girebileceğine ve gücü paylaşan bir sınıf oluşturabileceğine inanıyorlardı.Büyük burjuvazinin bazı temsilcileri daha da ileri gittiler. Osmanlı İmparatorluğu'nunBalkanlarda sahip olduğu topraklarda bir lider rolü oynayacak yarı bağımsız birBulgar devletinin oluşması imkanını düşünmeye başladılar. Bir başka grup ise, Türkiye'yi,Habsburg İmparatorluğu gibi, ikilik ilkesine dayalı bir ülke yapma fikrine kapıldılar.Bunlar 1866'da kurulan "Erdemli Topluluk" ve "Gizli MerkeziKomite"'nin liderlerinin zihinlerini işgal eden düşüncelerdi.

Bulgar Kilisesinin Bağımsızlık Faaliyetleri

Bulgar-Rum kilise sorununda (1840-1872) iki önemlikişi ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir Neofit Hilendarski Bozveli, diğeri ise İlarionMakariopolski idi. Neofit Hilendarski, 1839 ilkbaharında İstanbul'a geldiğinde artıkRumlaşmış olan İstanbul'daki Bulgar cemaatine etkili bir konuşma yaparak ilk olarakFener Rum Patrikhanesi'ne karşı ayaklanma fikrini ortaya atmış, fakat mücadeleninzaferle sonuçlandığını görmeğe ömrü yetmemiştir. İlarion Makariopolski ise, mücadeleninöncüsü olmuş ve sürgünlere gönderildiği halde gerek ruhban sınıfından, gerekhalktan diğer mücadele arkadaşlarıyla birlikte ülküsünün gerçekleştiğini gördü.

Bulgarkilisesi özellik taşıyan ayinlerini yapma geleneğine sahip bir kilise olarak mücadeleetti ve hiçbir şekilde bu konuda taviz vermemeğe çalıştı. Ancak kuruluşundanitibaren milli bir kimlik kazanma ülküsü uğrunda çaba gösterdiği halde,Bulgaristan'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altına girmesinden ve özellikleİstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet'in kendilerine vermiş olduğu ayrıcalıklaradayanan Fener Rum Patrikhanesi bu ayrıcalıkları kötüye kullandı. Patrikhane,"Megalo idea"yı gerçekleştirmek amacıyla sürekli artan bir şekilde Bulgarlığı,Bulgar milliyetçiliğini ve dilini ortadan kaldırmak için çalıştı ve bu çabalarsonucu Bulgar kelimesinin kullanılmasının ayıp olduğunu Bulgarlara bile kabulettirmeyi başardı.

Neofit Hilendarski RumPatrihanesi'nin entrikaları sonuçunda gittiği Tırnovo, Hilendar, Zograf veDionisiat'daki sürgünlerden 1845 yılı başında dönüşünde beş yıl önceki dönemeoranla şu sebeplerden dolayı gelişmeye uygun bir zemin buldu:

1 -Bulgarların kendilerini baskı altında tutan Fener Rum Patrikhanesi'nin Helenizmpropagandasına rağmen, Fransız ihtilalinin ışığında Avrupa'da "millet"kavramının doğması, Payisiy Hilendarski'nin Bulgarların tarihte büyük ve ayrı irmillet olduklarını yansıtan eserlerinin sonucu uyanmaları;
2 - 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile Osmanlı Devleti'nin yönetimi altında bulunanmilletlere yeni haklar tanınması ve yeni bir Hatt-ı Hümayunla bunları teyid edilmesi;
3 - İstanbul'daki Bulgar kolonisinin gerek fikri, gerek maddi gelişme yönünden büyükadımlar atması
4 - Bulgar isteklerinin Osmanlı ordusunda Sadık Paşa adıyla görev alan PolonyalıMihaliç Çayka Çaykovski'nin desteğini görmesi:
5 - Neofit Hilendarski'nin sürgündeyken tanımış olduğu ve İstanbul'da tekrar karşılaştığı,sonradan Tırnovo Metropoliti ünvanını taşıyan Stoyan Mihailovski ile tekrar İstanbul'dakarşılaşmaları.

Böyle bir ortam içersindeçalışmaya başlayan Neofit Hilendarski ile Stoyan Mihailovski, Babıali'ye bir şikayetdilekçesi vererek, Fener Rum Patrikhanesi tarafından, kiliselerde ve okullarda ayin veders dili olarak Rumcayı kullanmaya zorlandıklarını ve ayrıca piskoposların açgözlülüğüyüzünden Patrikhane için yerli yersiz para topladığını, bu durumun Bulgarcemaatinin ileri derecede hoşnutsuzluğa sebep olduğunu bildirdiler ve Osmanlı hükümetindenBulgarları korumasını istediler. Bu dilekçenin en önemli noktaları şunlardı:

1) Hangi nedene dayanarak takdir edildiği Bulgarlarca bilinmeyen ve Fener RumPatrikhanesi tarafından toplanan 7,000,000 kuruşluk verginin Bulgar Eparhiyaları tarafındanödenmemesi:
2) Bulgarlarla meskun yerlerde cemaate ana diliyle hitap edecek eğitim sağlayarak Bulgarpiskoposlarının atanması:
3) Eparhiyalardan Piskoposların maaşlarının ve her türlü ayin dışı görevleri sırasındaalacakları ücretlerin tespit edilmesi:
4) Fener -Rum Patrikhanesi'ndeki Sen Sinod Meclisi'nde asil üye olarak 3 BulgarPiskoposun bulunması ve bunların da Bulgar cemaat tarafından seçilip yalnız cemaatinarzusu ile ve Babıali'nin emriyle görevden alınabilmeleri;
5) İstanbul'da Osmanlı hükümeti nezdinde Bulgar Cemaatini temsil eden ve Bulgarcemaatinin isteklerini dile getiren dört Bulgar sivil temsilcisinin bulunması. Aynızamanda İlarion, Fransızca yazdığı ayrı bir mazbata ile Sadrazam Mustafa Reşid Paşa'yaBulgar cemaatin uğratıldığı eziyetleri bildirdi. İlarion bu mazbatada, Rumların"megalo idea"larını gerçekleştirmek amacıyla Bulgar neslini eritip tüketmekistediklerini acı bir dille anlatmaktaydı.

Ayrıca Bulgarlarınbu isteklerine ve bunların elinde olan kilise yönetim fonksiyonundan ayrılmasını veBulgarların İstanbul'da bir kilise kurmaları konusunda Babıali'nin yardımınıistemekteydi. Mustafa Reşid Paşa, İstanbul Bulgarlarının bu isteklerini büyük biranlayışla karşıladı ve Fener Rum Patrikhanesi'ne bu konuda bir karar vermesiniemretti. Bu emir, Fener Rum Patrikhanesini zor durumda bıraktı ve entrika mekanizmasıderhal calışmaya başladı. Durumu kurtarmak için Neofit Hilendarski ile İlarion'unPolonyalı ve Rus göçmenlerle ilişkide bulundukları ve bunların ülke için zararlıoldukları söylentisi özellikle yayıldı. Bu söylenti üzerine Patrikhane Osmanlı yönetimindenNeofit Hilendarski ve İlarion'un yakalanarak Aynaroz'a sürülmesi için emir çıkartmayıbaşardı. Bu olaydın sonra bir gün Patrikhane kavaslarıyla zaptiyeler, Neofit'i yoldagiderken yakaladılar, sonra da Patrikhane'de İslavca bir mektup yazılması gerektiğibahanesiyle oraya çağırılan İlarion da tutuklandı. Neofit ile İlarion, Büyükada'yagötürülüp Kidonya adıyla da anılan mevkide bu günkü Aya Yorgi Manastırı'na kapatıldılar.

Dini önderlerininyakalandığını geç de olsa öğrenen İstanbul Bulgarları, abacı ustabaşısı EftimSapunov'un insiyatifiyle toplanarak 12 kişilik bir grup kurdular ve Neofit ile İlarion'ukurtarmak amacıyla Patrikhane'ye gittiler. İlarion ve Neofit'in kapatıldığı yerinkapısını zorlamaya başladıkları sırada Patrikhane kavasları tarafından çağrılanve çevredeki bir köyden gelen zaptiyelerin müdahalesi üzerine geri dönmek zorundakaldılar. Durumun ciddiyetini anlayan patrikhane, ertesi sabah iki tutukluyu bir kömürcümavnası ile Aynaroz'a gönderdi ve bunu önceki padişahlar tarafından kendisine verilenyetkiye dayanarak yaptığını Osmanlı Hükümeti'ne bildirdi. Bu iki önderin kurtarılmasıiçin gerek İstanbul, gerek Aynaroz ve gerekse Bulgaristan eyaletlerindeki Bulgarlar olağanüstüçaba harcadılarsa da özellikle patrikhane tarafından önceden tezgahlanan entrikalarainanan İstanbul'daki Rus elçisi Titav'un muhalefeti üzerine bu girişim sonuçsuz kaldı.

Bu arada Sultan Abdülmecit'inBulgaristan'a yaptığı seyahat sırasında Sviştov, Eski Zağra, Kazanlık ve GabrovoBulgarları kendisine Rum ruhani önderlerinin adaletsizliğinden ve zulmünden yakınarakNeofit Bozveli ve İlarion Makariopolski'nin serbest bırakılması için ricadabulundular. 15 Mayıs 1846'da Tırnovo'ya gelen padişah, burada da aynı şikayetlerlekarşılaştığından gereken önlemlerin alınmasını emretti. Tırnovo'dan Ruscuk'a geçenPadişah'a 27 Mayıs 1846'da şu noktaları içeren bir dilekçe sundular :

1 - Piskoposların yıllık ücretlilerinin belirlenmesi vebunların hizmetkarlarının tespiti;
2 - Piskoposların halk tarafından seçilmesi;
3 - Bulgarlara kendi Piskoposlarına sahip olma izninin verilmesi;
4 - Piskoposların, halkça bilinmeyen borçlarının halka yüklenmesine izinverilmemesi;
5 - Osmanlı yönetiminin, Patrikhanenin Bulgar Piskoposlarına İtimadı olmadığı içinbunların atanmasına izin vermediği şeklindeki özürlerini dikkate almaması;
6 - Bulgarların, herhangi bir Bulgarın Piskopos olarak atanmasını istemeleri halindePatrikhanenin her seferinde bunların müfsit olduklarını ileri sürmek suretiyle buatamayı reddetmesinin önlenmesi. Bu dilekçe, Sadrazam Mustafa Reşid Paşa ve Rus ÇarıNikola 1.tarafından Padişah'ı selamlamak üzere Rusçuk'a gönderilen General NaydenGerov ile Sırp Prensi Aleksandar Karayorgiyeviç'in huzurunda Sultan Abdülmecid'esunuldu. Buna rağmen durumdan haberdar olan Patrikhane, bütün bunların kendilerinikontrol eden Rum Piskoposlarının denetiminden kurtulmak isteyen Bulgarların birkomplosu olduğuna Babıali'yi inandırdı ve dolayısıyla Bulgarların girişimi de sonuçsuzkaldı. Bu arada Neofit Bozveli. Aynaroz'da öldü. (4 Temmuz 1848) İlarion daaffedilerek İstanbul'a geldi (28 Kasım 1850). 

İstanbul'da Bulgar Kilisesinin Açılması

İlarion ve Neofit'in sürgüne gönderilmeleri, İstanbul'daBulgar kilisesinin açılması isteklerinin bir süre duraklamasına sebep olmuşsa da,1847 yılının sonlarına doğru bu konu tekrar alevlendi. Bazı Bulgar ve esnafının öncülüğündeçalışmalar yeniden hız kazandı. Patrikhanenin zorluklar çıkarmasını ve özeliklekendilerine mahsus kilise yapmalarını önlemek için Samatya'daki Aya Nikola,Galata'daki Aya Sotiri, Velizerios Sarayı'ndaki Meryam Ana Rum kiliselerine Bulgarca ayinyapmalarına izin verme eğilimine rağmen Bulgarlar, Patrik Antimos I. ve onun yerine geçenAntimos II.'ye otuz kadar başvuruda bulunduktan sonra, Patrikhane'den izin alabildiler veVasilaki Velikov'un yardımıyla kendilerine mahsus bir kilise kurulması konusunda Osmanlıyönetiminden ferman alabildiler. Prens Bogordi (Aleko Paşa), hemşehrisi olan BulgarlaraBalat'ta Mürselpaşa caddesindeki konağını verdi. 17 Ağustos 1849'da konağın altkatının düzeltilip kilise haline getirilmesi çalışmalarına, Kayseri Despotunun yaptığıduadan sonra başlandı.

Düzeltmenin bittiği 9 Ekim 1849 tarihinde aralarındaPrens Stefan Bogordi'nin de bulunduğu büyük bir kalabalık önünde kilise SozopolMetropoliti'nin Islavca yapmış olduğu ayinle cemaate açıldı. Bulgarların İstanbul'dabir kilise inşa ettirip kendilerinden ayrı olarak ayinlerini ve mezhepleri gereğiniyerine getirme isteklerinin devam etmesi üzerine, kilise yapmalarının uygun olamayacağı,fakat isteklerinin reddedilmesi ise Bulgarları üzeceği sebebiyle İstefanaki Bey birtezkere ile Fener'de sağladıkları arsaya bir papaz evinin yapılmasının uygun olacağınıbildirmesi üzerine padişah tarafından bu istek uygun karşılandı. 23 Ekim 1849'daArhidiyokon Stefan adına takdis edilen kilisenin 17 kişiden oluşan ve Oeştina diyeadlandırılan mütevelli heyeti seçildi ve bu heyetin başına da Toma Stefanidi Abacıbaşıile Filibeli Nikola Eftimov Sapunov geçirilerek mühür, ferman ve diğer kağıtlarkendilerine teslim edildi. Heyet ilk iş olarak, kilisenin karşısına metohion adıverilen ve İstanbul'dan geçmekte olan bütün Bulgarların konuk edileceği bir yer olanüç katlı, 25 odalı bir binanın yapımına başladı (bu bina bugün de ayaktadır).

14 Haziran 1851'de yapılanbüyük kongrede de 33 maddelik bir yönetmelik onaylanarak yürürlüğe girdi. İstanbulBulgarları, bu arada her kilisede olduğu gibi kendi kiliselerinde de iç düzeniayarlayan ve büyük bayramlarda dini ayine katılan bir despotları olmasını istediler.Bu görev için Neofit Rilski veya İlarion Makariopoloski önerildi. Ancak, Rus BüyükelçisiTitov'un ısrarı ve bu öneriye zaten pek taraftar olmayan Patrikhane'nin de bundanyararlanması sonucu, o sıralarda İstanbul'da bulunan Sırp asıllı Arhimandrit StefanKovaçeviç 15 Ağustos 1851'de Laodikiiski lakabıyla piskoposluk görevine getirildi.Fakat laodikiye piskoposu olan Stefan Kovaçeviç'in kötü tutumu dolayısıylaPatrikhane kendisini Trabzon'a sürdü. Kovaçeviç'ten boşalan bu yere bir süre içinPatarolikiya piskoposu Bulgar asıllı Polikarp geçtiyse de, piskoposluk dönemi silik vekısa süreli oldu.

İstanbul Dışındaki Bulgarların Faaliyetleri

Bu arada Rum piskoposlar Bulgar ruhban sınıfı veöğretmenlerine işkence etmeye devam ettikleri gibi, zaman zaman Bulgarlardan kendiokul, yetimhane, hastahane, dernek ve hatta gazetelerinin masraflarını karşılamak içinOsmanlı Devleti'nin koyduğu vergilerden fazla vergi topladıkları da oluyordu. AyrıcaFilibe, Triavna, Drianovo, Dolna ve Gorna Oryahovitsa, Haskovo, Silistre Samakov, Sofya,Sliven, Üsküp Edirne, Lofça, Vraça ve diğer kentlerde Rum piskoposların kötüdavranışları son derece artmıştı. Özellikle Tırnovo Piskoposu Neofit çok kötüdavranmaktaydı. Bu arada İlarion da Tornovo'dan Neofit'in yanında metropolit vekiliolarak bütün bunların tanığı oldu ve Tırnovolu gençlerle birlikte Neofit'e karşıbir tutum izledi. Bu arada 18 Şubat 1856'da ilan edilen Islahat Fermanı ile Bulgarlar içinyeni bir ümit doğdu.

Bu fermana göre, reayanın dini özgürlüğü tanınmaktave kilise gelirleri de prensip olarak ortadan kalkmaktaydı. Bu hatt-ı hümayunadayanarak Babıali'ye ilk şikayette bulunanlar Tırnovolular oldu. Tırnovolu tüccarlardanHacı Nikola Minçoğlu (Minçev), Metropolit Neofit'e karşı gençleri kendi çevresindetopladı. Bunun üzerine ise eskilerin tarafını tuttular. Tırnovolu Türkler de bu anlaşmazlığakatıldılar. İşler daha da karışınca Hacı Nikola Minçoğlu Babıali'ye şikayetetmek için İstanbul'a geldi ve mücadeleye İstanbul'da katıldı. Mücadele gittikçe hızlandı.İşlerin düzelmesi için 15 Ağustos 1856'da Tırnovo'ya yeni kaymakam Aşir Bey, VidinValisi Muammer Paşa ve Rusçuk komutanı Nusret Bey gönderildi. Tırnovo Valisi Galib Paşa,görevden alındıysa da durum yatışacağına daha da karıştı. Neofit yanlıları dagençlerin tutumunu Patrikhaneye şikayet etmek için İstanbul'a bir heyet yolladılar.Bunu öğrenenler gençlerin partisinde toplandılar ve 15 Aralık 1856'da verdiklerikarar gereğince kendiler de Padişah nezdinde şikayette bulunmak üzere bir heyetkurarak İstanbul'a hareket ettiler. Bunun üzerine Ocak 1857'de Babıali, Vidin ValisiMuammer Paşa'yı tekrar Tırnovo'ya yolladı.

Ancak Neofit'in entrikalarıyüzünden bu kez de durum yine Bulgarlar aleyhine döndü. Bu arada artık İstanbul'ayerleşmiş olan Hacı Nikolo Minçoğlu ve arkadaşları, Babıali'den Tırnovo'ya MuhsinEfendi adlı gizli bir komiserin gönderilmesini sağladılar. Muhlis Efendi, durumu olduğugibi tespit ederek Babıali'ye bildirdi. Bunun üzerine Babıali tarafından Muammer Paşa'nınVidin'e, Metropolit Neofit'in ise İstanbul'a dönmesi emredildi. Neofit'in Tırnovo'danayrılması üzerine partisi zayıfladıysa da iki partı arasındaki mücadele İstanbul'dada devam etti. Babıali bunun üzerine Midhat Paşa'yı Tırnovo'ya gönderdi. Midhat Paşa,olaylarla ilgili bilgi alıp Babıali'ye bildirdi. Ortalık bir süre sakinleştiyse de,Neofit'in çabalarıyla tekrar karıştı. Her ne kadar Fahreddin Efendi adlı yenikomiser Tırnovo'ya gönderildiyse de, çevrilen entrikalar sonucu Neofit eldeki bütünverilere rağmen Babıali tarafından suçsuz bulundu. Ancak Babıali, Tırnovo'dakiBulgar halkı da memnun etmek amacıyla Patrikhane, onu görevinden alarak SelanikMetropolitliğine atadı. Neofit, İstanbul'da bulunduğu sıralarda Protosingelos vekiliİlarion Makariopolski aleyhinde faaliyete geçerek kendisini Patrikhane'de hapsettirmeyive bir hafta sonra da Aynaroz'a Hilendar Manastırı'na gönderilmesini sağlamıştı.1857 Mayısının sonuna kadar orada kalan İlarion, Aynaroz kiliseleri yöneticisi olaraktekrar İstanbul'a döndü.

Berlin Antlaşması'nın(13.7,1878) 1. maddesi gereğince Bulgaristan, Osmanlı Devleti'nin egemenliği altında,özerk ve Tribüter bir prenslik durumuna girmişti. Bulgaristan'ın geçici yönetimihakkındaki anlaşmanın 6. maddesinde ise ülke yönetim tüzüğüne ek olarak, idarîorganlara bir Rus komiseri de atanmıştı. Osmanlı Devleti'nin atadığı Osmanlıkomiseri ve anlaşmaları imzalamış olan diğer devletlerin atayacakları konsoloslar buRus komiserine, geçici hükümetin hareketlerini denetleyerek yardımda bulunacaklardı.Geçicihükümetin dokuz aylık süresi sona erince, Aleksandr Battenberg Bulgaristan prensiolarak atandı. Osmanlı egemenliği altında ilk Bulgar hükümetinin oluşması için,Berlin Antlaşması'nın 12. maddesi içinde, vakıf idaresince bir de Osmanlı komiseriatandı. Komiserlik görevini gören Nihad Paşa, aynı zamandı Osmanlı Devleti'nindiplomatik temsilcisi idi. Başka devletlerin diplomatik temsilcileri, diplomatik ajan vebaşkonsolos ünvanını taşıdığı halde, Osmanlı temsilcileri komiser ünvanını taşımaktaydılar.Böylece gerek Nihad Paşa, gerekse halefleri Bulgaristan bağımsızlığına kavuşuncayakadar Vakıf Komiseri adını kullandılar.

19.7.1879 tarih ve 19 sayılıfermanla İstanbul'da bir Bulgar temsilciliğinin kurulmasına izin verilip aynı yılınAğustos ayında 114 sayılı fermanla İstanbul'a diplomatik temsilci olarak DraganTsankov atandı. Ancak Bulgaristan ile Osmanlı İmparatorluğu arasında diplomatiktemsilcilerin değişimi yapılmışsa da Osmanlı komiserinin, prenslikteki diplomatik bünyeiçindeki durumu ile İstanbul'daki Bulgar diplomatik temsilci ajanının durumu ve Bulgartemsilcilerinin akredite oldukları başka yabancı ülkelerindeki durumları sorunu açıkbırakılmıştı. Bulgaristan'da padişahın rüsum ve vergilerini toplamakla görevliOsmanlı komiserleri, resmi seremonilerde kordiplomatik arasında değil, prenslikbakanları arasında yer almakta ısrar ediyorlardı. Ancak Bulgar hükümeti bu tür ayrıcalıklarıkabul etmiyordu.
1897 yılında Ruhi Bey, daha sonra Necib Efendi ve Faruk Bey vb, komiser olarak atanınca,kendilerine izin verilmeyeceğini bile bile, bu ayrıcalık üzerinde ısrar etmeğe başladılar.
1908'de Sofya'da Osmanlı komiseri olarak Kazım Bey atandı. Bulgar dışişleri bakanıPaprikov, kendisi ile yaptığı görüşmede, aynı konuda bir ayrıcalık aranmamasınıönerdi. Bulgar prensi ile yapılan görüşmelerde de bütün resmi kabullerde öncedenbelirlenen yerde durması bildirildi.

Ayrıca Paprikov, İstanbul'dakidiplomatik temsilcisinden, sadrazama başvurmasını ve Osmanlı temsilcilerinin resmikabullerde hazır bulunmadıklarından dolayı, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerene gibi zararlar verildiğinin anlatılmasını istedi. 1897'de İstanbul'a gönderilenBulgar diplomatik temsilcilerine diplomatik ayrıcalık tanınmadığı gibi, Bulgardiplomatlarına sıradan herhangi bir memur muamelesi yapılıyordu. Örneğin, İstanbul'dakiBulgar maslahatgüzarı P. Dimitrov 10.3.1892 günü itimatnamesini sunarken, dışişleribakanı kendisine, Bulgaristan'ın bunca düşmanı varken Osmanlı İmparatorluğu peykiolarak kalmasının, ülkesinin çıkarlarına daha uygun düşeceğini açıkça söyledi.

1897 yılında İstanbul'a gönderilenBulgar diplomatik temsilcilerine uygulanan rejim geçici olarak yumuşadı. Bunun sebebi,Osmanlı-Yunan Savaşı'nın patlak vermesi ve II. Abdülhamit'in Bulgaristan'ın bu askerîçatışmada tarafsızlığını sürdürmesinden bir çıkar umması oldu. Padişahınemriyle, bayramlarda ve törenlerde İstanbul'daki Bulgar diplomatik temsilcileri saraya,kordiplomatik arasında davet edilmeye başlandı. Ancak Babıali eski yöntemlere dönülmesiiçin ısrar etmekteydi. 1897 Mayısında Bulgar maslahatgüzarı Dimitır Makarov YıldızSarayı'na davet edildi. Temmuz 1908'e kadar (II. Meşrutiyet) İstanbul'a gönderilenBulgar diplomatları güçlükle koparılan bu ayrıcalıkları kaybetmemeğe dikkat gösterdiler.

Dışişleri BakanıPaprikov 1.9.1908 tarihli notasıyla, başka ülkelerdeki Bulgar diplomatik temsilcilerinediğer diplomatlarla eşit muamele gösterildiğini, Geşov'u ise İstanbul'da bir peykdevlet temsilcisi olduğu gerekçesi ile saraya ve resmi şölenlere davet edilmediğindenSofya'ya geri çağrıldığını bildirdi. Geşov'un yerine İstanbul Bulgar diplomatiktemsilciliğinde, Nesterov memur olarak bırakıldı. Geşov olayından ve kendisinni geriçağrılmasından yararlanan Bulgar hükümeti, Bulgaristan'ın bağımsızlığınınilanına hazırlanmaya başladı. Tırnovo'da Ferdinand tarafından 22.9.1908 günüimzalanan Manifesto açıklanıp yayınlandı.

Bulgaristan'ın Bağımsızlığı

Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilan etmesiyle,Osmanlı Devleti ile ilişkiler gerginleşti. Ancak, Rusya'nın arabuluculuğu vediplomatik yoldan gerekeni yapması sayesinde, iş savaşa kadar vardırılmadı.6.4.1908İstanbul'da Rus, İngiliz ve Fransız temsilcilerinin de huzurunda özel bir protokolimzalandı ve buna göre Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ın yeni politik durumunu ve bağımsızlığınıkabul ettiğini açıklamış oldu (protokolün 8. maddesi).
21.5.1909 gün ve 11 no'lu kararı ile, Bulgar diplomatik temsilcileri, delegasyonları vediplomatik ajanları büyük elçilik adını taşımağa başladı. Büyükelçi olarakİstanbul'a gönderilen Mikail K. Safarov güven mektubunu sundu (17.7.1909). Öte yandanMustafa Asım Bey de kendi güven mektubunu Sofya'da takdim etti (14.9.1909).

Balkan Savaşı'ndan az önce Bulgaristan bütünmüttefikleri ile Babıali'ye bir nota vererek Osmanlı Devleti'nden, Hıristiyan halkınyaşadığı Balkan topraklarının idari özerkliğinin verilmesini istedi. (30.12.1912).Osmanlı Hükümeti bu notayı reddederek Avrupa ve Asya'da bulunan ordularınınseferberliğini ilan etti. Daha sonra da Balkan ülkelerindeki bütün temsilcilerini geriçağırdı. 8 Ekim 1912'de Karadağ, 17 Ekim 1912'de Bulgaristan ile Sırbistan OsmanlıDevleti'ne savaş ilan ettiler. Rusya, Bulgaristan'ın çıkarlarının OsmanlıDevleti'nde korunmasını üzerine aldı. İstanbul'daki Rusya Büyükelçiliği yanındadragoman (tercüman) sıfatıyla gönderilen Milan K. Popov bu görevinde, yenidenBulgaristan elçiliğinin açıldığı güne kadar kaldı. Öte yandan İspanya'nınSofya'daki delegasyonu da Bulgaristan'daki Türk çıkarlarını koruma görevini üstlendi.

Savaş, Osmanlı Devleti ilemüttefikler arasında Londra'da imzalanan barış antlaşması ile sonra erdi(30.5.1913). Bu antlaşmanın 1. maddesi, Osmanlılar ile Balkan İttifakı ülkeleri arasındadostluk ve sonsuza dek barışı öngörmekteydi. Ancak barış iki ay bile sürmedi.Balkan İttifakı-Osmanlı Devleti arasında savaşa yol açtı. Bu savaştan sonraBulgaristan ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler 29.6.1913 günü imzalanan İstanbulAntlaşması'nın 3. maddesi hükmüyle yeniden kuruldu. Barış antlaşması imzalandıktansonra, Bulgar hükümeti İstanbul'daki Rus büyükelçisi Girs aracılığıyla,Bulgaristan elçisinin İstanbul'a atanması için gereken "agreement"(muvafakat name) verilmesini istedi. Ancak Osmanlı hükümeti bu isteği reddederek,Osmanlılar ile Bulgaristan arasında barış antlaşmasından doğan bir takım sorunlarınçözümlenmesi gerektiğini bildirdi. İmza olunan barış antlaşması hükümleri içindeİstanbul'a gönderilen büyükelçi Andrey Tonasev güven mektubunu sundu (2.11.1913). 2Aralık 1913 günü, Sofya Büyükelçiliği binasını, bir tütün tüccarının özelevi iken 1913'te Osmanlı hükümetine satılmıştı. Binanın Osmanlılara geçmesi sırasındaSofya Büyükelçisi Ali Fethi Bey'di.

Bu dönemde Mustafa Kemalateşemiliter olarak, kurma, binbaşı rütbesiyle Sofya büyükelçiliğine atandı (28Ekim 1913). Ateşemiliterlik görevine Belgrad ve Çetine de dahildi. Sofya'da kurmayyarbay rütbesine yükselen Mustafa Kemal, Sofya Ateşemiliterliği sırasında KralFerdinand'ın maskeli balosuna Yeniçeri kılığında katıldı. Kral, balosuna gösterilenbu ilgiden dolayı teşekkür ederek kendisine gümüş tabakasını armağan etti.Mustafa Kemal'in Sofya'daki görevi sırasında komitacılar arasında çıkan anlaşmazlıklardolayısıyla iki kez öldürülmek istendi. Mustafa Kemal, Makedonya komitacılarınınkendisine yaptıkları uyarmalarla bu tertiplerden sıyrıldı. Türk Milli Savunma Bakanlığı'nınbu atamadan beklediği en önemli sonuç, Bulgarlarla Osmanlı Devleti arasındaki askerîsorunların çözümlenmesiydi. İlk günden itibaren büyük bir titizlikle ve yeterliklegörevine sarılan Mustafa Kemal, İstanbul'a gerektiği bilgileri göndermeyi ve hükümetinisteklerini gerçekleştirmeyi başarmıştı. 1914'te, Yunanlılara karşı Bulgarlarlabir antlaşma yapılması çalışmalarında önemli hizmetlerde bulundu. Bu gerçek ozaman, Bulgar Milli Savunma Bakanı olan General Kliment Boyaciyev'in Mustafa Kemal'e gönderdiği15 Mart 1922 tarihli mektubundan aşağıdaki parçalardan da anlaşılmaktadır:

"1914 yılındaYunanlılara karşı, Türkiye ile Bulgaristan arasında bir askerî anlaşma yapmak üzereSofya'ya geldiğiniz zaman, siyasi ve askeri bakımdan pek önemli olan o anda, aramızdadoğan dostluğu, umarım ki hatırlarsınız. O vakit, ben Harbiye Nazırı bulunuyordum.Sizinle Bulgar Genelkurmay Başkanı arasında çıkan anlaşmazlığı gidermek için,birçok defalar görüşmelerinize katılmak fırsatını bulmuştu. Hatırlıyorum ki çeşitlitasarılarda yüksek şahsınızı tutuyordum. Zira askerî teknikteki bilginiz ve tamdehanız sayesinde kıtalarımızın ortak harekatı için gereken ilkeleri ekselansınızdaha iyi takdir buyuruyordunuz. Size verilen görevleri başarı ile tamamlayarak, İstanbul'ahareketiniz sırasında yüksek şahsınıza gönderdiğim bir mektupla hakkınızda eniyi dileklerimi ulaştırmakla birlikte, Vatanınızın gelecekteki kaderinde parlak biryer tutmanız umudunu açıklamıştım"

Görülüyor ki, MustafaKemal Bulgar Harbiye Nazırı üzerinde en büyük etkiyi yapmış bulunmaktadır. Elbetteki, ilişki kurduğu diğer çevrelerde de bilgisi, inceliği ve üstün yeteneğiyle TürkMilletini, Türk ordusunun en iyi şekilde temsil etmeyi başarmıştır.

Cumhuriyet dönemi

Stamboliyski hükümetinin yerine geçen Al.Tsankov'un Dışişleri Bakanı Hristo Kalfov. 19 Haziran 1923'de İstanbul'daki İsveçdevlet temsilcisi Wallenberg'e bir mektup göndererek, İsvec delegasyonu yanındakiBulgar şebekesinin kapandığını ve Bulgaristan Hükümeti'nin Türk Hükümeti ileresmi ilişkiler kuracağını bildirdi. 5 Temmuz günü Adnan Bey, Ankara Hükümeti'ninBulgar delegasyonun yarı resmi durumunu kabul ettiğini ve 7 Temmuz tarihinde de İsveçdelegasyonu Bulgar şubesinin tasviye edildiğini resmen açıkladı. Bulgar Hükümeti,Marko'un yerine atanacak temsilci sorununun çözümlemeden 24 Temmuz 1923'de Lozan'da Türkiyeile barış antlaşması imzalandı. Bulgar hükümeti, 31 Ağustos 1923 günü Markov'aresmi bir itimatname hazırlayarak kendisini resmen ve uluslararası kurallara uyarakLozan Antlaşması'nı imzalayan devletlerden biri olarak, Türkiye'ye gönderdi.

3 Aralık 1923'de Marov'un yerine SimeonRadev gönderildi. Radev'e Bulgaristan ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerintam anlamı ile yeniden kurulması için gerekenin yapılması görevi verildi.Bulgaristan ile Türkiye arasında henüz askıda kalan bir takım sorunlar ve gecen savaşlarınsonuçlarının ortadan kaldırılması için Bulgar hükümeti S. Radev'e talimat vererekdostluk antlaşmasının imzalanmasını bildirdi ve çözümlenmemiş sorunların çözümlenmesini,Türk-Bulgar ilişkilerinin gerçekten pürüzsüz ve dostane bir hale geldiği zamanakadar ertelenmesini istedi. Görüşmelere Bulgar Hükümeti, delegesi ve temsilcisi S.Radev, Türk delegasyonu tarafından ise dışişleri bakanlığı müsteşar yardımcısıTevfik Kamil Bey ile başbakanlık hukuk müşaviri Münir Bey katıldılar. Görüşmeler10 Haziran 1924 günü başladı. Göçmenler ve mülteciler ve bunların mülkiyetlerisorunu yüzünden birçok zorlukla karşılaşıldı.

18 Ekim 1925'de Dostluk Antlaşmasıve işlerin çözümlenmesi ile ilgili ek anlaşma imzalandı. Bu belgelerle Bulgaristanile Türkiye arasında gerçek diplomatik ilişkiler kurularak, iki komşu ülke arasındaen önemli sorunlar çözümlenmeye çalışıldı. Diplomatik ilişkiler yenidenkurulunca, Türkiye ile bulgaristan diplomatik temsilcilerini karşılıklı değiştirip,yönetimdeki kademeleri tesbit ettiler. Bulgar delegasyonu ile İstanbul'daki başkonsolosluğungeçici yönetimini N. Nedyev yüklendi. Başkonsolos olarak At. Yaranov, Sofya'da Türkgeçici delegasyon yöneticisi olarak Ali Bey atandı. 1927 yılı başlarındaBulgaristan delegasyonu Ankara'ya taşındı, İstanbul'da başkonsolosluk kaldı.Diplomatik ilişkiler pürüzsüz duruma girdikten sonra (Mart 1927) Bulgaristantemsilcisi olarak Ankara'ya T. Pavlov atandı. Bulgar mümessilliği, bazı formaliteler yüzündenancak 1923 yılında tam olarak Ankara'ya taşındı.

Bu yıllarda, Bulgarların,Doğu Trakya ve Edirne üzerinde gözleri olduğu dikkati çekmekteydi. Bu durum karşısındaTürk Hükümeti'nin almaya gerek gördüğü bazı ihtiyat önlemleri Bulgarların buemellerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bulgarlar, Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelen Türklerinsınır boylarına yerleştirilmesinden ve alınan askeri önlemlerden rahatsız olmaktaydı.Hele Yunanistan ve Yugoslavya ile Türkiye'nin ilişkilerinin iyileşmesi Bulgaristan'ıiyice rahatsız etti. Fakat her şeye rağmen Türk Hükümeti, "Yurtta sulh, cihandasulh" ilkesine ve bütün komşularıyla dostluk ilişkileri kurma politikasına bağlıkalarak Bulgaristan'la iyi geçinmeye özen gösterdi. 1929'da iki ülke arasında Tarafsızlık,Uzlaşma, Adli Tesviye ve Tahkim Antlaşması imzalandı. Gelişen dostluk ilişkileri,bir Balkan Birliği kurmak amacıyla Ekim 1930'da Atina'da toplanan Birinci, Ekim 1931'deİstanbul'da toplanan İkinci Balkan Konferansları ileri sürdü. Fakat Ekim 1932'deBulgaristan, azınlıklar sorunu yüzünden Üçüncü Balkan Konferansı'nı terketti.Aynı yıl, Bulgaristan Başbakanı N. Muşanov, Ankara'yı ziyaret ettiği sırada, Atatürkona şunları söylemekteydi: "Türkiye ile Bulgaristan'ın dost olmaları gerekir.Bulgaristan'a karşı olan Türkiye'ye de karşıdır".

Balkan Konferanslarının amacıolan Balkan Paktı'nı en çok Türk Hükümeti desteklemekteydi; engelleme ise statükodanmemnun olmayan Bulgaristan'dan gelmekteydi. Kasım 1933'de Selanik'te toplanan Dördüncübalkan Konferansı'nda Bulgaristan'ın revizyonist emellerinden vazgeçmesi için çabaharcandı. Bulgaristan amacına ulaşmak için bazı Balkan devletlerini kendi yanına çekmeğeçalıştı. Bulgaristan'ın revizyonist politikasını önlemek için Türkiye ileYunanistan arasında 14 Eylül 1933'de bir samimi Anlaşma Misakı imzalanmıştı. Buantlaşma ile Türkiye, Yunanistan'ın sınırlarının dokunulmazlığı için teminatveriyordu. Antlaşma Bulgaristan'da tepkiyle karşılandı ve Türkiye'nin Bulgaristan'akarşı Bulgaristan'da tepkiyle karşılandı ve Türkiye'nin Bulgaristan'a karşı düşmancabir hareketi olarak yorumlandı. 28 Kasım 1933'de Türkiye ile Yugoslavya arasında dabir antlaşma imzalandı. Türk Dışişleri bakanı Tevfik Rüşdü Aras, Belgrat'dan dönerkenbulgar topraklarında durmuş, Bulgar Dışişleri bakanı Muşanov ile görüşmüş ve Türk- Yugoslav Antlaşması'nın imzalanması münasebetiyle bulgar Başbakanına aydınlatıcıve yatıştırıcı nitelikte bilgi vermişti.

     ANA SAYFAYA DÖN   

 
 
Z i Y A R E T C i - D E F T E R i
orhanyildiz.tr.gg
A N A - S A Y F A Y A - G i T
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol