İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  Bozkirda Kultur ve Teskilat Sayfa 3
 


BOZKIRDA KÜLTÜR VE TEŞKİLAT  Sayfa - 3

Diğer Dinler 

Tarihteçeşitli Türk kütleleri, bulundukları çevreye göre çeşitli dinlere degirmişlerdir ve bu durum, İslamiyet hariç Türk kavimleri üzerinde menfî tesirlerdoğurmuştur. Asya Hunları’nın, Budizm ile, Avrupa Hunları’nın Hıristiyanlıklapek alakaları olmamış ise de, Çin’de devlet kuran Tabgaçlar Budizm tesiri ile, 495yılından itibaren “millî” unsurları yasak etme neticesinde Çinlileşmişlerdir.Bununla beraber, Tabgaçlar Budist sanatta yeni bir devir olan “Wei” sanatınıngeliştiricisi olmuşlardır (Yung-kang ve Long-men Buddha heykelleri). 

Göktürkler devrinde Budistrahip seyyah Hiuen-Tsang bütün Batı Göktürk sanatını bir Budistler memleketi olaraktasvir etmekte ise de, Türk halkının bu dine karşı direndiği ve II. GöktürkDevleti’nce Budizm’in reddedildiği malumdur. Ancak Uygurlar zamanında ManiheizmTürkler arasına girmiş ve bilhassa Uygurlar’ın Türkistan’daki hakimiyetleridevrinde iyice yerleşmiştir. Göktürk yazısı değiştirilmiş, yerine Soğd menşelive tamamen başka karakterde Uygur yazısı kullanılmıştır. Sonra Budizm’in deyayıldığı bu sahada Uygur tarihi artık yerleşik kültüre bağlanmış sayılmakgerekeder. 

Uygurlar bu kültürün de eniyi temsilcilerinden bir olmağı başarmışlardı. Maniheist ve Budist eserlerinUygurca’ya tercümesinden doğan zengin bir dini ortaya çıkmıştır. Bunlardan birkısmı resimli ve ciltli olarak, Bin-Buddha mağara tapınaklarında bulunmuş olup,aralarında, 10. asır başlarında Göktürk alfabesi ile yazılmış kehanet kitabıIrk-bitig dikkati çekenlerden biridir. 

Bir kısım Türkler deMuseviliğe (Hazarlar) ve Hıristiyanlığa girmişlerdi. Türk nüfusunun çoğunlukmeydana getirdiği sahalarda bir menfi tesiri görülmeyen bu yabancı dinler, bu imkanınmevcut olmadığı bölgelerde Türkler’in silinip kaybolmalarına sebep teşkil ettiğigibi (Doğu Avrupa’da ve Balkanlar’da: Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar), 1000tarihinden itibaren Ortodoksluğu kabul eden Bulgarlar’ın kısa zamanda Türklüklerinikaybetmeleri neticesini vermiştir. Yalnız İslam dinidir ki Türkler’in kadiminançları ile bazı bakımlardan uygunluk göstermesi dolayısıyla Türklüğü takviyeeden bir din durumundadır. 

At ve Koyun

Bozkır Türk ekonomisininesasını, orman ve çöl değil, yüksek ovalar ve yaylalar olan bozkır coğrafyasınıniklim şartları icabı, çobanlık ve hayvan besleyicilik teşkil ediyordu. Yetiştirilenhayvanlardan –yukarıdan beri Türk sosyal ve kültürel hayatında büyük ehemmiyetinibelirttiğimiz attan başka- koyun geliyordu. Tarihi M.Ö. 2500’lerde başlatılan,Altaylar’ın batısında, Afanesyova kültüründe koyun kemikleri, at kalıntılarıile beraber görülür. 

Türkler tarihleri boyuncahiç domuz beslemedikleri gibi, etini yemekten de hoşlanmamışlardır. Hiç olmazsa, ehli hayvan besleyiciliğin ilk safhasında domuzTunguz ve Moğollar’a, öküz, inek, manda vb. İndo-Germenler’e, deve çölkavimlerine, at ve koyun ise Türkler’e ait gibi görünmektedir. Bu bakımdanAfanasyevo kültüründe at ve koyun kemiklerinin bir arada bulunması daha manalı birduruma girer. Böylece teşekkül eden bozkır kültürünün ekonomik bünyesi ortayaçıkmış olur. Tabiatıyla daha geç devirlerde -M.Ö. 1500’lerdensonra- Türkbozkırlarında at ve koyun sürüleri yanında sığır, katır, deve vb. sürüleri devardı.

Beslenme 

BozkırlıTürkler’in başlangıçta gıda maddesi et idi. Ençok at ve koyun eti yenirdi.Priskos’un hazır bulunduğu meşhur ziyafette Attila yalnız et yemişti. Bol miktardaet istihsal eden Türkler, bunu uzun müddet muhafaza edebilmek için konserve yapmayıöğrenmişlerdi. Konserve et Çin’e ihraç edilen başlıca maddelerdendi. En ünlüTürk içkisi de, kısrak sütünden imal edilen kımız’dı. Bundan hem Çin, hem batıkaynakları bahseder. 

Çeşitliiçkilerden buğday ve darıdan yapılana Göktürler “begni” diyorlardı. Sebzeyekarşı fazla istek duyulmazdı. Sütlü darı, peynir, yoğurt aslında bozkır yemekleriidi. Yoğurdun kiraz veya kayısı ile tatlılaştırılması şeklinde hazırlanan“lo” adlı bir içki Hunlar arasında yaygındı. Yağ yemesini ÇinlilerTürkler’den öğrenmişlerdi. Uygurlar (Türkistan’da) üzüm yetiştiriyor, pekmezve şarap (bor) istihsal ediyorlardı. 

Giyim 

Bozkır Türkgiyim eşyasının başlıca malzemesi, koyun kuzu, sığır, tilki ve az miktarda ayıderisi ile koyun, keçi, deve yünü idi. Eski Türkler bez dokurlar, giyecek için kendiryetiştirirlerdi. Yün kumaş ve bezden iç çamaşırları giyerlerdi. Hunlar Çin7eyünlü kümaş ve çeşitli keçeler ihraç ederlerdi. M. Ö. 1. yıldan kalma, bir Hunhükümdar ailesine ait., Orta Asya’da Noin-ula kurganında 20 çeşit ipekli kumaş(Çin’den ithal) kalıntısından başka, üzerine bir Hun portresi işlenmiş yünkumaş ile, aplike süslü keçeler bulunmuştur. Romalılar keten gömlek giyildiğiniilk defa Hunlar’da görmüşlerdi. Bozkırın “tipik” elbisesi çeket-pantolon idi. 

Süvari enrahat şekilde ancak böylece giyinebilirdi. Bu tarz giyinme, yabancı ülkelerde Türkusulüne göre yapılan askerî ıslahat neticesinde dünyaya yayılmıştı (Miladsıralarına ait Hun mezarlarından çıkarılan ceket, pantolon, gömlek, çizme veçoraplar). Hazar prensesi Çiçek’in Bizans sarayına gelin gittiği zaman giydiğiTürk tipi imparatoriçelik elbisesi (Çiçekion) orada moda olmuştu. Başka kavimlerkopça kullandıkları halde, Türkler düğüme kullanırlardı. Türkler ayaklarınaçizme, başlarına börk giyiyorlardı. İleri gelenler, makam sahipleri, daha çokbaşlıklarının daha uzun ve gösterilşili olmasından tanınırdı. Hunlar,Göktürkler, Hazarlar, Oğuzlar ve Bulgarlar’a ait tarihi vesikalara göre, Türkerkekleri umumiyetle uzun saçlı idiler; saygı alameti olarak börk ve başlıklarıçıkarmak adet halinde idi. 

Bozkır Türktopluluğunda el sanatları ileri idi. Dünyanın en geniş imparatorluklarını kurmuşolan bozkırlı Türkler büyük ölçüde ve çağına göre daima yüksek bir harpsanayiine sahip bulunmuşlardır. Bu üstünlüğü sağlayan vasıtalarından biri demirdi. 

Demir 

Demir işleyicilik, madencilikteson safha olarak görünmektedir, ondan önce bakır, bronz ve altın işleyiciliğivardı. Bunlardan ilk ikisine taş devrini aşan hemen her kültürde tesadüf ediliyor.Afanasyevo kültür çevresine dahil Minusinsk ve Altay bölgelerindeki buluntu yerlerindeM. Ö. 3000’lerden kalma bakırdan yapılmış bıcak, biz ve teller, küpe ve diğersüs eşyası ele geçmiştir. İlk Türk kültür merkezlerinden gösterilen Andronovokültür çağında ise -bütün Orta veKuzey Asya’da ilk defa- altun ortaya çıkmakta idi. Bu devirde “çok kudretli vezengin bir sosyal hayatın müşahede edildiği” Altaylar’da gerçek bir “altınendüstrisi” merkezliği durumu vardı. Buradaki madenciliğin tesirleri, güneydeTanrı dağlarına kadar hissediliyordu (M.Ö. 2. bin). “İndo-Germenci”lertarafından bile Hind-Avrupa’lı halk üzerine, madencilik bakımından, Altaylı tesirikabul edilmiştir. 

Fakat ekonomide ve askerliktemühim olan asıl maden demirdir. Demirin ilk keşfedildiği yer olarak bazen Afrika,bazen Güney Hindistan, bazen doğu Anadolu gösterilmiştir, M.Ö. 4. binlerdeMısır’da, daha sonraları Çin’de, Troya’da ve Mezopotamya’da demirintanındığı ileri sürülmüş ise de, bunlar, doğru olsa bile, tarihî bakımdan fazlabir değer taşımaz. Çünkü meteor ve tellürik (filiz) halde bulunan bu demir materyalson derece azdır ve faydası hemen yok gibidir. 

Gerçek demir çağı bumadenden bol miktarda alet ve silah yapılması ile başlar. Bunlar da Altaylar’da,Yenisey Nehri’nin kaynak bölgelerinde –eski Türk kültür merkezleri etrafında-mevcut olmuştur. Altaylılar, bilindiği üzere çok eskiden beri mahir demirciler olarakbilinirler. 

Tarihî devirlerde de aynıbölgede (bilhassa Salınçak ve Onugug havalisi) yüksek kalitede sert ve yumuşakçeliklere tesadüf edilmiş, Kuzey Altaylar’da demir eritme ocakları, Göktürklerçağından, Ulan-ede (Baykal’ın doğusu) yakınında, demir ocak ve döküm yerleriortaya çıkarılmıştır. Çin kaynaklarına göre, Yenisey’in yukarı mecrasıdolaylarında eskiden beri demir cevheri toplanırdı. Abakan havalisinde yüksek vasıftamıknatıs ve Tuba ırmağı boyunca demir cevheri bulunuyordu. Yani insanlık tarihindebir çağın açılmasına başlangıç teşkil edebilecek miktarda bol demir madenininvarlığı eski Türk ülkesinde fark edilmiş ve işlenmeğe geçilmişti. Kurganlar’daelde edilen malzemeden demir işleyiciliğinin Orta Asya’daki tarihi kesin tepitedilememiş ise de, bunun her halde M.Ö 2. bin başlarına rastlaması gerekir, zira dahao tarihlerde Türkler’in geniş sahalara hükmedebilmeleri, sürat bakımından at’ınsağladığı üstünlük yanında, vurucu silah olarak demir alet ve vasıtaların çoksayıda kullanılması ile açıklanabilir. 

İlk tarihi büyük Türkİmparatorluğunu kuran Asya Hunları’nın, ancak atın sürati ve demirin vurucugücünün bir arada değerlendirilmesi ile anlaşılması mümkün bu başarılarının,daha önceki asırlarda, ayın sahadaki imkanları ile desteklenmiş olması gerekeder.Nitekim M.Ö.1.bin olarak tarihlenen Kargalı kurganının (Tanrı Dağlarında) 1.katında demirden yapılmış eşya bulunmuştur ve bu tesir buraya Yenisey bölgesindengelmiştir. Diğer taraftan en aşağı M.Ö. 1400’lerde Altayların batısında bolmiktarda demir üretildiğini söyleyen W. Ruben’e göre “tarihi belgelere dayanarakbu eski Türk sahasını demir kültürünün doğduğu yer kabul etmekte mecburiyetvardır”. Çin kaynaklarında muhafaza edilen en eski Türkçe kelimelerden birinin dedemir (tieh-fan) olduğunu (ve Kılıç=king-lu) belirtelim. 

Bundan sonra dünyayayayılmağa başlayan demir çağının istikameti ve tarihleri şöyledir: Hindistan’daM.Ö. 2. bin sonları, Mısır’da 1200, Doğu Akdeniz’de 1100, Orta Avrupa’da 800,Çin’de 300 yılları. 

El Sanatları 

Demircilik ve madencilikbaşlıca meslekleri arasında bilinen bozkır Türk topluluğunda mükemmel kılıç,kalkan, kargı, mızrak, temren imal edilirdi. Türk kılıçlarının hayvan figürlükabzaları altın levhalarla kaplanır ve kıymetli taşlarla süslenirdi. Kemertokaları, kayış uçları, kav mahfazası, ok kutu (sadak)’ları, zırhlar, tolgalarçok kere işlemeli altın ve gümüş ile bezenir, madenî tabaklar, maşrapalar,heykeller bazıları birer sanat eseri değerinde olarak Türkler tarafındanyapılırdı. Çin’den Tuna boyuna kadar bozkırlara serpilmiş binlerce mezardan bueserler bol miktarda çıkarılmıştır. 

Ayrıcakazanlar, ibrikler, kovalar, içinde yüzlerce insanın barındığı otağlar, arabalar,at teçhizatı; eyer ve koşum takımları bozkır Türk topluluğunda ne kadar kalabalıkbir zenaatkar kesimsinin bulunduğunu gösterir. Halıcıları, kilimcileri, çizmecileri,çorapçıları, börkçüleri, dokumacıları ve terzileri de bunlara ilave etmeklazımdır. 

BozkırTürk halkı arasında mahir marangozlar, tahta oymacılar da vardı. Asya Hunları masa,koltuk, dolap, karyola yapıyorlar ve perde kullanıyorlardı. Bu Hun ev eşyasındançoğu Çin’e de geçerek moda haline gelmişti. Eski Türkler, elbiseleri için ütübile kullanmakta idiler. 

Şehir 

EskiTürkler yaz ayları için zaruri olan yaylak hayatı dışında, kışın barınmaküzere evler inşa ediyorlardı. Asya Hunları’nın kurban için binalar yaptıklarınıkaydeden Çin kaynaklarına göre, Göktürk hakanlarının sağlam merkezleri vardı(kitabeler: ev, bark). Esasen Türk hükümdarlarının biri yaylaklarda, ötekivadilerde, su kıyılarında olmak üzere iki merkezleri bulunurdu ve ikincisi evlerdenkurulu iskan yerleri idi. İlteriş’in Çugaykuzu (yazlık), Karakum (kışlık),İstemi’nin Akdağda (yazılık), Isık Gölü yanında (kışlık), Tong-Yabgu’nunTokmak (kışlık) vb... II. Göktürk hakanlığı kışlık başkentinin Orhunkitabelerinin bulunduğu yerde şehir halinde olması mümkündür. Zira mahiyetini iyibildiğimiz bu hatıraların dağ başlarına, ıssız yerlere dikilmesi bir mana ifadeetmezdi. 

Bundan başka,kitabelerde zikredilen iskan mahallerinden Amga-Kurgan bir kale olmakla beraber,Toğubalık herhalde birşehir idi. Uygurlar tarafından kurulan (Mo-yençur zamanında,747-759) Ordu-balık (Kara-balgasun yanında) şehrinin bazı kalıntıları mevcuttur.Hazarlar’ın Belencer ve Semender adlı şehirleri vardı. Başkent İtil-Hanbalıkhakkında İslam kaynakları geniş bilgi vermişlerdir. İtil Bulgarları’nınbaşkenti ünlü Bulgar şehrinin harabeleri bulunmuştur. Tuna Bulgar şehirleriarasında, sarayları ve su tesisleri ile bilhassa iki tanesi meşhurdur. Pliska vePreslav. Fakat ne diğer bir Uygur kasabası olan Bay-balık’tan ne de DoğuGöktürkler’i şehirlerinden bir iz kalmamıştır. 

Bunun sebebi,belki eski Türkçe’de şehir manasındaki “balık” sözü ile açıklanabilir. Bukelime asılında balçık (çamur) ifade eder. Demek ki Türkler’in kurduklarıkasabalarda binalar daha çok çamur (kerpiç) ile yapılıyor, taştan inşa edilmiyordu.Veya senenin ancak yarısında kullanılan bu meskenlerin sağlam olmasına pek ehemmiyetverilmiyordu. Asya Hunları’nın, evleri “dövülmüş toprak”tan yaptıklarınaÇim kaynaklarında işaret edilmiştir. Ayrıca, eski Türkler’in ahşap meskenleryapmağı tercih ettiklerine dair deliller vardır. Hazarlar’ın ve VolgaBulgarları’nın evleri ahşaptı (yalnız İtil’de hakan sarayı ile Şarkel kalesitaş ve tuğladan inşa edilmişti). 

Türklerşehir surlarını bile çok kere kalın ağaç kütüklerinden (çit şeklinde)yapıyorlardı. Attila’nın Orta Macaristan’daki başkent şehri, küçük ve büyüksarayları, halkın evleri, askerî garnizonları, silah ve erzak depoları ile baştanbaşa ahşap yapılardan ibaretti. Attila’nın ve hanımının gümüş ve altınlevhalar kaplı bölmelerle salonlara ayrılmış, tahta oyma süsleri ile bezeli,masalar, iskemleler, dolapların bulunduğu saraylarını anlatan Priskos, bir de Romalıustalara yaptırıldığını söylediği hamamdan bahseder. Bu münasebetle zikredelim kiTürkler’de eskiden beri yıkanma yaygın bir adet halinde idi. Zira kutsal sayılansuyun insanı günahlardan temizlediğine inanılıyordu. 

Çinkaynaklarında Türk kavimlerinden bazılarında giyilen bir elbisenin yıpranıncayakadar çıkarılmadığına dair olan kayıtlar mübalağa sayılmalıdır. Bu esasenimkansız olduğu gibi, yine ayın kaynaklar mesela Hun boyunun fertlerinin günde üçkere yıkandıklarını söyler. İtil Bulgarları’nın ve Hazarlar’ın hamamlarıvardı. Tuna Bulgarları, Hıristiyanlığın kabulünden iki yıl sonra (866’da) PapaNikolaus I’e başvurarak, rahiplerin onlara haftada iki gün (Çarşamba, Cuma)yıkanmayı yasaklamalarından şikayet etmişlerdi. Priskos’un bahsettiği hamam daaynı geleneğin bir şahididir. Eski Türkler’de yalnız siviller için değil,ordularda da seyyar hamamlar (Çerge) vardı ve bu usul Selçuklular’dan Bizans’ageçmişti. 

EskiTürkler, nadir de olsa surlu şehirde yaptırmışlardır. Meselâ Hun tan-hu’suÇi-çi’nin M.Ö. 36’da Çinliler tarafından yıkılan, başkenti böyle idi. AyrıcaHunlar Kan-su’da Gu-tsang adlı bir şehir kurmuşlardı. İtil şehrinin 4 kapılı birsuru vardı. Fakat Türkler umumiyetle surla çevrilmiş, kapalı şehirlerdenhoşlanmamışlardır Tonyukuk’un sözleri), çünkü bu, kendilerine en tabii gelenyaşayış tarzlarının icabı idi. Bilge Kağan’ın memlekette Çinliler gibişehirler kurma teklifini, Türkler’in artık “göçebelikten şehirlileşmeğedoğru” ileri bir adım ifade eden arzusu şeklinde tefsir yerinde değildir. 

Kendi kültürleri ilemağrur oldukları bütün vesikaları ile bilinen Göktürler’in bugün Batımedeniyetinin tesiri sonucu olarak üstün saydığımız yabancı bir kültüre geçmekgibi bir niyetleri yoktu. Aksi halde Türkler bunu asırlarca öncegerçekleştirebilirlerdi. Yukarıdan beri zikredilen Türk şehirleri de “yerleşik”hayat özentisinin mahsulü değildi. 

Esasensadece istek ile de şehir kurulamazdı. Bunun için kesif ziraî kültüre vedolayısıyla önce köylerin teşekkülüne ihtiyaç vardı. Halbuki herhangi bir yerdeşehir meydana gelmesi için varlığı zaruri köy grupları biçiminde iskan, hayattarzları icabı, Türkler’de görülmemektedir. Bu nokta Peçenekler, Oğuzlar,Hazarlar ve İtil Bulgarları için bilhassa belirtilmiştir. Bununla beraber,yukarıdakiler gibi, askerî mahiyette kaleler ve şehir-kaleler Türkler’de mevcutolmuştur. 

Mesela,Göktürkler çağında, harabeleri hala da görülen Çargelan, Çumpal, Caldıvar,Atbaş, Sırdakbeg (veya Kuyungar-baş), Manakeldi vb. kaleleri Tandı Dağları ve dahaziyade Isık Göl dolaylarında sıralanmış olup, stratejik olduğu kadar, ipek yoluüzerinde bulunmaları sebebi ile, ticarî yönden mühim müstahkem mahallerdi.Fergane’de Pençikent’te Göktürk devri harabelerinin rastlandığı bölgelerdebunların, askerî değerde, daha bir çok benzerleri bulunuyordu. Aspara, Kayında,Şiş-tübe, Ak-su, Ak-tepe, Tölek, Sukuluk, Cul (veya Cil-arık), Çumuş, Sarığ,Yakalığ kale-şehirleri ve daha birçok kervansaray ve küçük kasaba, ya Karluklartarafından kurulmuş veya Göktürk çağında gelişip Karluklar zamanında ehemmiyetidevam etmiş yerlerdi. Hazarlar’da Şarkel kalesi müdafaa için kurulmuştu. 

TunaBulgarları’nın Pliska v Preslav şehirleri de aslında birer kale idi. İtil ve Bulgarşehirlerinin ticarî yönden ehemmiyetini söylemişti. Tıpkı buraları gibi birçokOğuz şehirleri de Karacuk, Sütkent, Altun-tepe, Yengikent, Çuy-tepe, Savran, sayram,Karnak, Kurıkul-tepe, Cend, Suğnak, İşkan, Çardarı, Bayır-kum, vb. 10. asırdakurulmuş yine yol güzergahında ve ticarî yönden faal merkezlerdi, çünkü ticaretmeselesi Bozkır Türk devletinin üzerine ehemmiyetle eğildiği bir siyaset çizgisiidi. 

Ticaret

Türk devletleri komşumilletlere umumiyetle canlı hayvan, deri, kösele, kürk, hayvanî gıdalar satarlar,karşılığında hububat ve giyim eşyası alırlardı. Asya Hunları, Göktürler,Uygurlar Çin ile, Batı Hunları Bizans ile bu esaslarda ticaret anlaşmalarıyapmışlardı. Türkler’e Çin’den pirinç, ipek, ipekli kumaş, arpa, Roma veBizans’tan da diğer ihtiyaç maddeleri gelir, Türkler de onların muhtaç olduklarıve Türkler’de mevcut, eksikliklerini tamamlarlardı. Margus Antlaşmasının (434) birmaddesi Bizans-Hun ticarî münasebetlerinin tanzimi ile ilgili idi.

Çin-Hun sınır kasabalarındacereyan eden ticarî faaliyetlere Çin büyük ehemmiyet verirdi. 734 tarihli anlaşma ileLing-çu’daki So-fang şehrinin ortak Pazar yeri olmasına karar verilmişti. Orhunkitabelerinde de devletin sağlamlığı ve halkın refahı için ticaretin ehemmiyetibelirtilmiştir.

Fakat Türkler’le komşularıarasında şiddetli rekabetlere sebep olan büyük kazanç vasıtaları da vardı ki,bunların başında, Çin’den başlayıp Akdeniz kıyılarında nihayete eren meşhuripek yolu kervancılığı geliyordu. Daha I.Göktürk Devleti kurulduğu zaman İstamiAnuşirvan ittifakı sonucunda Ak-Hun-Eftalik Devletinin yıkılmasına ve sonra daİran’a karşı Türk-Bizans antlaşması gibi milletler arası çapta siyasîmünasebetlere sebep olan (yk. Bk.) bu yolun geçit yeri olan İç Asya bölgesi, taHunlar’dan Uygur hakanlığının sonuna kadar aşağı yukarı 1000 sene müddetleTürk ve Çin siyasetinin hakim olmak istediği bir ana hedef vasfını taşımıştı.

Türkler hiçbir zaman bütün Çin’i istilagayesini gütmemişler, Çinliler de devlet sınırlarını Türk hakanlıkları başkentbölgesi olan Orhun ve Ötüken’e kadar genişletmeği düşünmemişlerdir. Türklerkarşısında Çin, ipek yolu transitini elinde tuttuğu müddetçe müdafaada kalmağıtercih etmiş, Türkler de Çin’e sık sık yaptıkları baskı ile onu zayıf durumdatutup İç Asya’da Türk hükmünü yürütmek istemişlerdir.

Hunlar ve I. Göktürkler zamanındagerçekleşen bu maksat, 9. asrın 2. yarısında Doğu Türkistan’da Uygurlar’ın,Batı Türkistan’da Türgişler’in ve bilhassa Karluklar’ın kurdukları siyasîteşekküllerle tekrarlanmış, nihayet 751 Talas savaşını Karluklar’ın desteği ileİslamlar’ın kazanması Çin’in batı Asya ile ilgisini kesmiştir ki bu da yukarıdaaçıkladığımız, İç ve batı Asya’da Uygur, Karluk, Oğuz Türk şehirleri veülkelerinin mamurluğunu meydana getirmiştir. Bilindiği gibi, Hazar Türk Devleti de,Çin, Orta Asya, yakın doğu ile Doğu ve Orta Avrupa ve İskandinavya arasındakikıtalar arası yolların kavşak noktasındaki mevkii ile, temelleri ticarî siyasetedayanan bir devletti ve başkent Han-balık ile daha sonra İtil Bulgarları başkentiBulgar şehri bu hususta baş rolü oynamıştır. 

Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayarak Ural-Güney,Sibirya-Altaylar-Sayan dağları üzerinden Çin’e ve Amur nehrine ulaşan yol da canlıbir ticarî faaliyete sahipti. İpek yoluna kuzeyden paralel uzanan bu yola“kürk-yolu” denilmektedir. Buranın asıl ticaret metaı: sincap, sansar, tilki,samur, kunduz, vaşak vb. kürkleri idi. Başlıca tüccarlar da Ogurlar (Btı Türkleri)ile onlardan bir kol halinde gelişen Bulgar Türleri idi. Karadeniz kuzeyidüzlüklerinden Balkanlar’a giden Tuna Bulgarları bu defa Avrupa-Bizans yolununhakimleri olarak iktisaden yükselmişler, Balkanlar ve Doğu Avrupa’da o devrin enzengin şehirlerini kurmuşlardı (Preslav, Pliska şehirleri).

Ziraat 

Oğur Türkleriaynı zamanda iyi çiftçi idiler. Kendilerini Doğu Türkleri’nden (Hunlar-Göktürler,Uygurlar, Oğuzlar) ayıran başlıca vasıf ta, tacirlikleri yanında, bu yaygın ziraatkültürüne bağlı oluşlarıdır. Bununla beraber Doğu Türkleri’nin elverişlibölgelerde ziraatla da meşgul oldukları görülüyor. Çölden ayrı düşünedilmesigereken bozkırlar sahasının çoğunluğunu otlarlar teşkil etmekte ise de, ziraatamüsait yerleri de vardı. Mesela Çin kaynaklarına göre Hunlar buğday, darı ekipbiçiyorlardı. Bir Çin yıllığı, şiddetli soğuk yüzünden bir sene Huntopraklarının ekin vermediğini yazar. Yine aynı kaynaklar bir Hun buğday cinsi ile,bir Hun fasulyesinden bahsederler. Altay ve Sayan dağlarında hububat ziraatının en az3 bin yıldan beri yapıldığı, arkeolojik kazılara dayanılarak ilerisürülmüştür. Göktürkler’de her ailenin ekip biçtiği, suladığı arazisivardı. 

Kapagan Kagan’ınÇin ile 100 bin hu (12500 ton) tohumluk darı teslim etmesi hükmünü taşıyordu. Butarihi bilgiyi arkeolojik kazılar desteklemektedir. Hunlar zamanında Altay bölgesindeaçılmış sulama kanallarına tesadüf edilmiştir (Başkaus’da Çulışman ırmağıyakınlarında). Tötö ırmağından açılan kanal ve bölgeye yakın Ak-tura kanalıAltaylar’daki tarım işaretleridir. Selenga-Baykal gölü arasındaki, Ivolgi veİlmova adlı yerlerde çeşitli saban demirleri (Çin’den ithal), oraklar, değirmentaşları bulunmuş, ayrıca hububat muhafaza etmeğe yarar çukurlar görülmüştür.Selenga bölgesinde Göktürkler’e ait kurganlarda, kürek ve pulluklararastlanmıştır. Bu çağda da birçok muntazam sulama kanalları açılmıştır. Göktürkler zamanında da kullanıldığıanlaşılan Tötü kanalının boyu 10 kilometreye yakındı. O kadar yüksek teknikbilgiye dayanmakta idi ki, Ruslar 1935’de bu kanalı aynen kullanmağa kararvermişlerdi. Bazı Karluk ve Oğuz iskan yerleri de aynı şekilde sulanmakta idi. 

Bozkır devletininekonomisi, mağlup ve tabi memleketlerden alınan yıllık vergiler ve hediyelerdenbaşka, halktan tahsil edilen vergilerle destekleniyordu. Asya Hun İmparatorluğu’ndahususî memurlar vergi toplarlardı. Bu memurları kovmak cüretini gösteren MoğolO-huan’lara karşı sol To-ki “kralı” savaş açmıştı.Göktürkler ve Oğuzlar maliye ve tahsil memurlarına amga (veya ımga)diyorlar, devlet hazinesine “ağlık” adını veriyorlardı. Tahsilat her halde aynîolarak yapılıyordu. Hazarlar’da Islav kavimleri ev veya saban başına bir kılıçveya bir samur derisi (para nadir viriliyor). 

Bulgarlar da ev başına birsamur kürk vergi veriyorlardı. Kumanlar’ın büyük gelir kaynaklarından biri deVolga havzası –Kırım (Suğdak limanı)-Karadeniz-Trabzon arasındaki işlek ticaretyolundan sağladıkları vergi ve gümrük resimleri idi. Ayrıca taitiyle geniş Altaylarbölgesinde demir hunlar’ın ve Gök-Türklerin, Maroş havzasında tuzlalarBulgarlar’ın, Kafkaslar’dan altun ve gümüş madenleri Hazarlar’ın kontrolüaltında idi. Asya Hunları’na ait para çıkmamıştır. Bazı Türk kurganlarındaÇin paraları ele geçmiştir. Türk parası Gök-Türkler (Türgiş-ler) çağındabaşlıyor görünmektedir. Bazısında Türk geleneği uyarınca damgalar da taşıyan buparalardan bir kısmı Sogd harfleri ile Türkçe, bir kısmı Soğdca yazılıdır. 

Yazı ve Matbaa 

Kendilerine mahsusyazıları olduğun kesin olarak bildiğimiz Türk kavmi 8. asırdan kalma kitabeleri ile,Göktürkler’dir. Fakat Türkler’in daha önceki çağlarda da şüphesiz yazılarıvardı. Zira çok geniş sahalara yayılmış büyük imparatorluklarını yazıolmaksızın idare etmek müşküldü. Ne kadar yazıktır ki, eskir Türk kültüryadigarlarının çoğu gibi, yazılı vesikalar da bozkırların fırtınalı girdabındakaybolup gitmiştir. Nitekim kaynaklarda bunu doğrulayan bazı işaretlere tesadüfedilmektedir. Göktürkler’den önce Ak-Hunlar’ın yazılar vardı ve bu,Göktürkler’inki gibi idi. Bizanslı tarihçi Prokopios’a göre (6. asır) Oğurboyları kendi yazılarını da kullanırlardı. Oğurlar’ın yazıyı bildikleri,dillerinde “yazı kelimesinin bulunmasından da bellidir. İstemi Yabgu’nun 568yılında Bizans imparatoruna yolladığı mektup “iskit” (Türk) yazısı ile idi. 

576’larda T’a-po Kaganiçin Çince bir Budizm kitabının Türkçe tercümesi yapılmıştı. Priskoshatıralarında Hun katiplerinin kendi dillerinde yazdıkları metinleri Attila’yaokuduklarını söyler ki bu, Altheim’e göre Avrupa Hunları’nın kendi yazılarınımevcut olduğunda şüphe bırakmamaktadır. Orhun alfabesine nispetle daha az gelişmekaydetmiş olan Tun Bulgarları yazısı, buHun yazısının bir devamından ibarettir ve demek ki 4. asırda doğudan Avrupa’yagelen Hunlar yazılarını da birlikte getirmişlerdi. 

Asya Hun yazısı oldukçayaygın görünüyor. Çin yıllıklarında şöyle haberler vardır: “Uygurlar’ınataları Kao-kü’ler Çince yazarlar, fakat Hunca da yazarlardı... Klasikleri Hun diliile okurlardı...”. “Hua-guo’lar dış ticaret işlerinde koyun derisi üzerine Hunyazısından istifade ederler”. Buna rağmen daha sonraki devirlere ait bazı Çinyıllıklarında Hunlar’ın yazısı olmadığı veya Göktürkler’in bazı yazıbilmediklerine dair haberler Türkler’in Çince okuyup yazma bilmedikleri şeklindeanlaşılmalıdır. Nitekim son haberden aşağı yukarı 40 sene kadar önceki birkayıtta Göktürk yazısının milattan önceki çağlardan kalma bazı örnekleri ortayakonmuştur. 

Isık Göl civarında1970’te açılan Eksik Kurganı (Altun elbiseli adam’ın mezarı)’nda ele geçen birgümüş çanak içindeki Orhun alfabesi ile yazılı iki satırlık kitabe M.Ö. 5-4.yüzyıllar olarak tarihlenmektedir. Ayrıca Tanrı Dağlarında Kurday mevkiinde M.Ö. 2.yüzyıla ait Tür yazılı (5harfli) diğer bir kitabe bulunmuştur. İleridekiaraştırmalar bu örnekleri çoğaltacağa benzemektedir. 

Göktürk yazısının kaynağıhakkında birçok görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar arasında en fazla itibargöreni Orhun kitabelerini ilk çözmeğe muvaffak olan (26 kasım 1893) DanimarkalıBilgin V. Thomsen tarafından ileri sürülen, eski Aramî alfabesine bağlanma idi. Fakatson zamanlarda, Orhun yazısı ile “Armazîque” (Kuzey-İran-Kafkas’da M.Ö.2.asırn ilk yarısı) denilen yezı nevi arasında daha kuvvetli irtibat kurulmakistenmiştir. Bununla beraber aradaki münasebet pek zayıf görünmektedir (Türkalfabesinin 38 harfine karşılık “Armazique” de 22 harf vardır ve aralarındakişekil yönünden benzerlik ancak 10 harfe inhisar etmektedir). Islavlar, İranlılar,Çinliler, Hindliler ve Moğollar “runique” karakter kullanmamışlardır.Göktürkler harflerine karakteri bakımından (runique) yakın düşen alfabe eski Germen“run”larıdır ki bu ikisi arasında da, Altheim’in ifadesi ile, “ne tarihî, nede linguistique bir ilgi kurmak mümkün değildir”. O halde en makul yol Türk yazısının kaynağıni yine Türkçevresinde aramaktır. 

Orhun alfabesi Orta Asya’danetrafa yayılarak, çeşitli bölgelerdeki izlerine ve vesikalarına göreUzak-Doğu’dan Orta Avrupa’ya kadar uzanan sahada, ortak bir yazı vasfınıkazanmış görünmektedir. 

Uygurlar kitap basma tekniğinide biliyorlardı. Bu 8. asrın 2. yarısından beri Çin’de mevcut sayılan “blok”usulü yani bir nevi teksir değil, fakat çağdaş matbaanın esasını teşkil edenmüteharrik harf sistemi idi. V. Le Coq ve Grüwedel 1902-1907 yıllarındaki araştırmagezilerinde Turfan’da Uygur dilinde sert ağaçtan yapılmış, yüzlerce harfbulmuşlardı. Sonra (1906-1909) P. Pelliot’nun Tun-huang’da tesadüf ettiği Türkçeharfler dünyada matbaa tipi hurufatın en eskileridir. Nihayet Uygur yazısı Moğollartarafından kullanılmış, Timurîler devrinde resmi yazılar, Altun Ordu devrinde“yarlıg”lar, 15. asır ortalarına kadar Orta Asya’da ortak yazı olan Uyguryazısı ile yazılmış ve bu günkü Mançu ve Kalmuk yazılarının esasını teşkiletmiştir. 981 yılında Uygur hakanı Arslan Han’ı başkentinde ziyaret eden Çinelçisi Van-yen-tö’nün kaleminden Doğu Türkistan Uygurları’nın, saray, kültür,sosyal ve iktisadî hayat ve durumları hakkında dikkat çekici tasvirler verilmektedir. 

Sanat

Her kültürünolduğu gibi Bozkır kültürünün de kendine mahsus bir sanat anlayışı vardır ve buanlayış birçok eserler vermiştir. Bunlar hayat şartlarına uygun olarak vehayvanlarla yakın ilginin tesiri ile, taşınabilir malzeme üzerine işlenmiş “Hayvanüslubu” (Aminal stiyle) mahsulleridir. Eski Türkler’in, altun ve gümüş gibikıymetli madenlere tatbik ettikleri sanat eserleri ve hükümdarların otağlarına,tahtlarına ve Türk topluluğunun zevk inceliğine dair, 518 yılında kuzeyHindistan’da Ak-Hun hükümdarı Mihiragula’yı ziyaret eden Çinli Sung-yun, 568’deİstemi Kağan’ı Tanrı dağlarındaki Altun Dağ mevkiinde ziyaret eden Bizanslıelçi Zemarkhos ve 629 senesinde Batı Göktürk Hakanı Tong Yabgu’nun misafiri olanBudist rahip Hiuen-Tsang vb. nin müşahedelere dayanan hatıra notları ziyadesiyle ilgiçekicidir. 

FakatTürkler’in Kül-Tegin ve Bilge Hakan’ın anıt-kabirleri nevinden bazı eserlere desahip oldukları malumdur. Her iki abidenin inşasında duvarlarına kahramanınsavaşlarını canlandıran tasvirlerin yapılmasında Çin’den gönderilen saraysanatkar ve ressamlarının emeklerinin geçtiği kesindir. Bunu hem Çin kaynakları, hemde kitabeler teyit etmektedirler. Çin imparatoru her iki abideye Çince birer kitabe deilave edilmesini arzu etmişti. Ancak ölülerin hatıralarına kitabe dikilmesi vesanatkarâne yapılar inşa edilmesi o çağda Türkler için bir yenilik değildi.Nitekim aynı Çin kaynakları Göktürk Devleti’nin daha başlangıç yıllarında(553) umumî bilgi verirken şu açıklamayı yapıyorlardı: “... kabir üzerine binainşa ederler, bunun duvarlarına ölünün şahsını ve hayatta iken katıldığısavaşlardan sahneleri renkli olarak işlerler... Mezarlara ölünün kimliğini bildirenkitabe dikerler...” 

“Türk büyüklerininhatıralarının gelecek nesillerde muhafaza edilmesi için kitabeler yazıldığıhususuna Omurtag Han’ın (814-831) Tırnova kitabelerinde de temas edilmiştir. İlgilitabirlerin, Türkçe oluşları da bunu gösterir: bengütaş (Abide, anıt) bitigtaş(kitabe), bark(anıt-kabir), bedizci (ressam ve nakışcı) vb. Fakat Kül-Tegin ve Bilge“bark”ları mahvoldukları (veya ilmî kazılar henüz yapılmadığı) için mimarive süslemede Çin ve Türk unsurlarını tespit etmek imkansızlaşmakta, bozkır güzelsanatlarının bu sahalardaki hususiyetleri ortaya konamamaktadır. Şimdilik bildiğimiz,bir Türk askerinin mezarında ele geçen ve “Türk ırkının bütün hatlarınıortaya koyduğu” iddia olunan bir heykel ile, II. kitabenin bulunduğu yerde, 1958’deyapılan kazıda ortaya çıkarılan Kül-Tegin’in çok güzel yontulmuş mermer büstüve kaba bir kadın heykelidir. Kül-Tegin’in büstü gerçekten Türk çehresini safbiçimi ile gösteren bir sanat eseridir. 

Bulgaristan’dakiKurum Han’ın bozkurtlu kaya kabartması da bu eski geleneğin devamından ibarettir.İnsan şeklinde çok kaba yontulmuş, hantal taşlar olan “balbal”ları ise sanateseri saymak doğru olmaz. Bunlar kabirde yatan hayatta iken savaşta öldürüldüğü veöteki dünyada kendisine hizmet edeceğine inanılan kimseleri temsil eden dinîmahiyette işaretlerdir. Bu inanç Bulgar Türkleri’nde ve Macarlar’da da görülür.Orta Asya Tuna arası bozkırlarda bol sayıda tesadüf edilen, ön taraftaki sağellerindeki birer bardak tutar şekilde yontulmuş “taş-nine”lerde de bir sanatendişesi bahis konusu değildir. Bozkır Türkleri’nde renkli taş ve gümüşkakmacılık, halı ve kilim dokumacılığı, gergef işçiliği ve otağcılıksanatlarının çok ileri olduğunu da belirtmemiz gerekir. 

Müzik 

EskiTürk topluluk hayatında müziğin mühim bir yeri vardı. Yukarıda Priskos’adayanarak büyük müzikli ziyafetinden bahsettiğimiz Attila, sefer dönüşündebaşkente girerken, saflar halinde dizilmiş güzel giyimli Hun kızlarınınsöyledikleri Hun şarkıları ile karşılanmıştı. Attila Burgond kralına bir Hunorkestrası göndermişti. 

Çinkaynakları 28 çeşit Hun halk türküsünden bahsetmişlerdir. Çinliler Asya Hunsazlarından bazılarını Kung-hu, Bi-li, P’i-pa, P’e-li, Ku-sie adları ilezikrediyorlar. Fakat bunların telli mi nefesli mi oldukları bilinmiyor. AyrıcaTürkler’de askerî muzıka (bando, mehter’in ilk şekilleri) yaygındı. GöktürkUygur bandolarında şüphesiz davul başta olmak üzere, çeşitli borulu çalgılar dabulunuyordu. Eski Türkler söyledikleri besteye ır (veya yır), sazlarla çalınanmelodiye bu kög ve ır’lardan her gün 9 tanesinin icrası gerekirdi. Bu hakimiyetalametlerinden idi. 

Türkmüzik alatleri arasında Çinliler’in Hyu-pu adı ile zikrettikleri kopuz, şüphesizbozkır Türk folklorunda çok mühim yeri olan bir çalgı idi. Destanlar, kahramanlıkmenkıbeleri, milletin neşeli ve acı gün hatıraları, aşk türküleri, saz şairleritarafından kopuz çalınarak söylenirdi. Asya Hunları’ndan beri bütün Türklerarasında en çok tanınmış olduğu anlaşılan bu basit, fakat tatlı sesli saz, kopuzadı ile Uygur metinlerinde ve DLT’de geçer. Türkler’in bulunduğu her yerde mevcutolan kopuz, atalarımızla birlikte Mısır, Suriye, Balkanlar, Macaristan, Çekoslovakya,Polonya, Rusya, Ukrayna ve Almanya’ya da girmiş ve oralarda koboz, kubos, kobzo, kopusvb. gibi adlar altında çok sevilen sazlardan biri olmuştur. Bozkır Türk tarihiboyunca bize intikal eden yegâne müzik aleti, bilindiği üzere, Macaristan’da elegeçen Avar Çifte kavalıdır. 

Zaman Hesabı 

Eski Türkler’inzaman hesabı da tabiatıyla Bozkır kültürünün izlerini taşımakta idi. Eski Türktakvimi, her biri bir hayvan adı ile anılan“ 12 yıllık” devre esasına dayanıyordu. Yılların adları şöyle idi. 1. yılsıçkan, (fare), 2.ud (sığır-öküz), 3. pars, 4. tabışkan (tavşan), 5. lu( ejder),6. yılan, 7. Yunt (at), 8. koy (koyun), 9. biçin (maymun), 10. takagu (tavuk), 11. it,12. tonguz (domuz). Bir yılda 12 ay vardı. Aylar birinç (birinci) ay, ikinç, üçüncvb. diye adlandırılmıştı. Bir gün 12 kısım sayılıyor ve her kısma “çağ”deniyordu. Yıl 365 gün, 5 küsür saat itibar edilmekte idi. Günün başlangıcı geceyarısı idi. Yılbaşı Ocak-Şubat aylarına rastlardı. Aslında ay yılına dayanan bu“12 hayvanlı Türk Takvimi’nin Göktürler zamanında, görüldüğü üzere, güneşyılına çevrildiği söylenmektedir. 

Kaynağı çok eski olması gereken, ayrıca 12 yıllık devrenin 5katı 60 yıllık devreler olarak da faydalanılan bu takvim, Göktürkler’de,Uygurlar’da, Batı Türkleri’nde (Bulgarlar) ve muhakkak ki Hunlar’da kullanılmışolup, hem zaman, hem coğrafî yönden çok yaygın bir sistem gibi görünmektedir.Göktürkçe kitabeler Uygur kitap ve hukukî vesikaları, Bulgar kitabeleri ve “Bulgarhakanları listesi” hatta Manas destanındaki bazı hadiseler bu takvimletarihlenmiştir. İslam kaynaklarında, 14-15. asırlarda “Tarih-i Türkî” veya“Sal-i Türkan” adı altında zikredilen bu eski Türk takvimi, son zamanlara kadarOrta Asya’da kullanılmıştır. 

Düşünce ve Ahlak 

EskiTürkler’in bozkır coğrafyasında, at ve demir üzerine kurulu, kendilerine has birkültür ortaya koydukları herhalde anlaşılmış bulunuyor. Fakat bu demirin ve atınmevcut olduğu her yerde böyle bir kültürün doğup geliştiği manasına gelmez.Nitekim sonraki asırlarda, hem de aynı coğrafî bölgede, her iki unsura sahip olanbaşka kavimler, farklı kültür tiplerinde yaşamağa devam etmişlerdir. Çünkü birkültürün meydana gelmesi için yalnız maddî imkan ve iktisadî faktörler kafideğildir. İnsan unsuru da bunda tesirli olur. Aynı şartlar içinde yaşayan çeşitlitoplulukların kültürlerinde görülen farklar, insan gruplarının sosyal telakki vepsikolojilerinde ayrılıklardan ileri gelir. Buna göre de, bozkır kültürünü yaratanTürkler’in kendilerine mahsus bir düşünce sistemi ve ahlak anlayışına sahipolmaları lazımdır ki, bu müsbet ilim yönünden şöyle açıklanabilir: 

EskiTürkler’e at, insan ruhunu okşayan iki beşeri imkan sağlamıştır: At üstündeinsanın kendini başkalarından daha üstün hissetmesi ve atın sürati sebebi ile,kısa zamanda istenilen yere ulaşabilme iştiyakının tatmini. Bozkırlı Türklertarihte bu hususları gerçekleştiren ilk topluluk olarak görünürler. Birincisi, yaniüstünlük duygusu, eski Türk’te, O. Menghin’in ifadesi ile “beylik gururu(Herrenstolz)’unu yaratıyor, ikincisi de geniş ufuklara hükmetme arzusunukamçılıyordu. Bunu fiiliyat sahasına çıkarmak için gerekli araç ise elde idi:demir. 

Hükmetmeisteği aslında bir içgüdü olup, her insanda vardır ve şuur altı bir kuvvet olarakyaşar. Bu içgüdünün aynı zamanda ilk fırsatta başkalarını sömürmek için debir vasıta vasfı taşıdığını dünya tarihi gösteriyor. Bazı milletleri bu yolasürükleyen husus, onlarda “Beylik gururu”nun eksikliğidir. Beylik gururu, sadeceöğünme vesilesi olan basit bir psikoloji değildi. Asıl özelliği karşılıkbeklemeden koruyucu olmasıdır. Bu ise hüküm altına alınmış insanları sevmeğigerektirir. İnsan sevgisinden doğan koruyuculuk adalet, hürriyet ve eşitliğigetirmiştir. Türkler’in tarihte çeşitli kavimleri idare etmekte gösterdiğibaşarıların kaynağını burada aramak gerekeder ve muhakkak ki, Türkler insanpsikolojisini en iyi bilen, anlayan ve bu sahada Antikçağ medeniyetinin temsilcilerinibile çok geride bırakan bir millettir. 

BunaTürk’ün “gerçekçiliği” denilebilir. Hükmetme duygusu + insan sevgisi +gerçeklik şeklinde özetlenebilecek eski Türk düşüncesinin temellerini ahlakprensibi yapmış, yani hayatında düstur edinmiş insana eski Türkçe’de “alp”denirdi. Türkçe’de her erkek cesur kişidir, fakat alp, yiğit insan demektir. Kanun,hak anlayışı devletin saygı göstermesi gibi manevi değerlerle, cesaret vericimücadele ruhunu teşvik edici “ad verme” ve “and içme” gibi gelenekleri ile“alp”liğin devamı sağlanıyordu; eski Türk topluminde yalancılıktan da nefretedilirdi. Eski Türkler, doğruya, hürmetkâr ve kanuna riayetkâr idiler, buna göre de“nizamcı” bir toplum teşkil ediyorlardı. 

Nizamcı vegerçekçi Türk kafası vehimlerden, hayâlata dalmaktan hoşlanmadığı için, nazarîve metafizik konularla meşgul olmamıştır. 11. asırda yazılan Türk siyaset kitabıKutadgu-Bilig bile, yalnız zihinde mevcut nazariyatın bir ifadesi değil, Türktopluluğunda tatbik sahası bulan hak, adalet, devlet kavramlarının açıklanmasıdır.Eski Türk’ün fiilen yaşanan faal hayata karşı duyduğu tutkunluk, Türkdüşüncesini “mantık ve bilgi teorilerinden” ziyade ahlak ve devlet felsefesinesevk etmiştir. Bu düşünce tarzı, aralıksız hareketler arenası halinde görünenTürk tarihindeki iş (action) süreci ile birleşince, hak ve adalet anlayışıışığında üniversal mahiyette cihan hakimiyeti fikri doğmuştur. “Güneşindoğduğu yerden battığı yere kadar” insanları “töre” himayesine almakşeklinde özetlenebilen Türk dünya hakimiyeti ülküsünün destanlarda, efsanelerde veyazılı kaynaklarda yer almış izleri vardır. 

     ANA SAYFAYA DÖN   

KONUNUN BAŞINA DÖN

 
 
Z i Y A R E T C i - D E F T E R i
orhanyildiz.tr.gg
A N A - S A Y F A Y A - G i T
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol