Karakurum'da bulunan Arık Buğa,geleneğe muhalif hareket eden bu kurultayı tanımadı. İmparatorluğun diğer taraflarıda bu hususta Arık Buğa taraftarı oldular. Fakat Kubilây, Arık Buğa'yı yenerek,davayı kendi lehine halletti. Kubilây uzun mücadelelerden sonra Güney Çin'i de kendihâkimiyeti altına almağa muvaffak oldu ve sülâlesi, Yüan ismi ile, Çin tarihindeparlak bir devir yarattı. Kubilây büyük kağan sıfatiyle imparatorluğun diğer kısımlarınıda kendine tabi saymakta devam etmiş ve İran İlhanlıları uzun bir müddet bumetbuiyeti bilfiil kabul etmişlerdir. Fakat sülâlenin gittikçe Çinlileşerekimparatorluğun başı olmaktan ziyade, Çin hükümdarları şekline girmesi, diğer mıntıkalarüzerindeki tesirini azaltmış ve bir müddet sonra, devletin diğer kısımları ileolan nazarî bağlılığı da sona ermiştir.
Çağatay Sülâlesi ve Türkistan
Cengiz İmparatorluğu'nun Çağatay ismi ile anılanTürkistan kısmında ayrı bir sülâlenin teşekkülü, Çağatay'ın ölümünden sonraolmuştur. Cengiz zamanında bu saha resmen Çağatay'a verilmiş olmakla beraber, hiçbirzaman Çağatay tarafından müstakil bir surette idare edilmemiştir. Bu bölgedeki eskiTürk sülâleleri yerlerinde bırakılmış olduğu gibi, sonradan bu il içinde gördüğümüzMaveraünnehir'de, Hucent'te oturan Mahmâd Yalavaç ve sonra oğlu Mesut Bey tarafındanbüyük kağan namına idare edilmiştir. Burasının Cengiz ailesinden ilk hanı Kara Hülaguolup (1242-1247).
Kağan Güyük onahalef olarak Çağatay'ın oğlu Yisü Mengü'yü tayin etmişti. İmparatorluğun parçalanmasıile neticelenen mücadeleden sonra, Çağatay'ın torunu Algu, Doğu ve Batı Türkistan'a,ayrıca Harezm ülkesinin bir kısmı ile Afganistan'ı da ilâve ederek, Çağatay oğullarıtarafından idare edilen bir birlik vücuda getirmiştir. Algu'nun vefatından sonra(1266), hâkimiyet Ögedey ailesinden Kaydu'ya ve sonra bunun oğlu Çapar'a geçmişse desonradan tekrar oğullarından Duva elinde kalmıştır (1291-1306).
İmparatorluğun parçalanmasınagötüren iç savaşlar, bilhassa Türkistan'ın iktisadî vaziyetini sarsmış olduğundan,idarede devamlı bir istikrar temin edilememiştir. Duva'nın bilhassa iktisadî vaziyetidüzeltmek için Cengiz oğulları arasında umumî bir sulh yapma teşebbüsü de sonuçsuzkalmıştır. Tarma Şirin tahta geçince (1326-1333) İslâmiyeti kabul etmiş ve busuretle Maveraünnehir'in diğer İslâm memleketleri ile olan iktisadî münasebetlerikuvvetlenmişse de, diğer taraftan Cengiz yasasını bozduğundan, şark kısmındakikabilelerin ayaklanmasına sebep olmuştur.
Birkaç defa yer değiştirenidare merkezi, Kazan (ölm. 1346) zamanında tekrar yer değiştirerek, Maveraünnehir'deKarşı şehrine nakledilmiş ve bundan sonra idarede İslâm tesiri artık katîleşmiştir.1346-47 yıllarından başlayarak, hanlar ile askerî kumandanlar arasında alevlenen mücadeleneticesinde, merkezin kuvveti büsbütün zayıflamış ve idare, başta resmen Cengizailesine mensup bir han bulunmakla beraber, bunları istedikleri gibi kullanan kumandanlarelinde kalmış ve bu vaziyet pek az değişikliklerle Timur zamanına kadar devam etmiştir.
Hülagu ve İlhanlılar
Büyük kağan Müngge (Mengü) 1253'te, kardeşi Hülagukumandasında büyük bir orduyu İran'a göndermişti. Hülagu, 1256'da Amu Derya'yı geçtive hâkimiyetini kabul ettirmek üzere, İran ve Kafkasya'daki küçük yerli beylerikabul etti. Bu sonuncular arasında, vaktiyle büyük kuvvet ve nüfuza malik olan İsmailîler'inreisi Rüknettin de vardı. Rüknettin tabiler arasında kabul edilmediği için, Alamutkalesine kaçarak, muhalefet göstermek istemişse de muvaffak olamamış ve kısa birzamanda gerek kendi ve gerek İran'daki bütün taraftarları ortadan kaldırılmıştır.
Hülagu, bülük kağanınvassali sıfatiyle, burada büyük bir devlet kurmayı tasarlamıştı. İran'ın zaptıtamamlandıktan sonra 1258 başlarında Bağdat'ı ele geçirdi. Hülagu'yu tanımaktagecikmiş olduğu gibi, ona karşı koymak için bir kuvvete de sahip bulunmayan halife Müstasım,aile efradı ile öldürülmüştür. Halife ailesinden ancak bazı kimseler Mısır'a kaçarakölümden kurtulabilmişlerdir. Bunlardan iki kişi 1260 ve 1261'de, Sultan Baybars tarafındanarka arkaya halife ilan edilmiş ve bu aile, Mısır'ın Osmanlılar tarafından zaptınakadar, burada sözde halifelik etmiştir.
Bağdat'ın zaptından sonra,Suriye Beylikleri de Hülagu himayesine girmişler; Mısır'daki Türk kuvvetleri ise, Hülagu'nun,tâbi olmaları hakkındaki talebine, Filistin'e hücum ile cevap vererek, 1260'ta Nabulusyanında, Ayni Calût'ta Hülagu'nun ordusunu büyük bir hezimete uğratmışlardır. Hüagu'nunhalefleri, Türkistan ve Altın Ordu ile de mücadelelerde bulundukları gibi, Mısır Türkdevletine karşı Avrupa devletleriyle de birleşmeğe çalışmışlardır.
İslâmiyeti kabul eden Ahmed(1282-1284) zamanında, İlhanlılar'ın asıl kuvvetleri arasında da İslâmiyet yayılmağabaşlamış ve müslümanların yardımı ile tahta geçen ve İslâmiyeti kabul ederekMehmet ismini alan Gazan Han (1295-1304) zamanında, İlhanlılar'ın geri kalan kısmıda müslüman olmuştur. İlhanlılar teşkilâtı uzun sürmemiş, Ebu Said Bahadır Han(1316-1335) devrinden itibaren başlayan ihtiras kavgaları, onun ölümünden sonra dahaçok büyüyerek, devletin temelini sarsmıştır. Memleketteki kuvvet, Azerbaycan'da EmirÇoban Oğulları ve Bağdat'ta kurucusu Şeyh Hasan olmak üzere başlıca iki ailenineline geçmiştir. Merkezin zayıflaması, eskiden mevcud bir çok yerli beylerin istiklâllerinikazanmalarına yol açmıştır.
Cuçi ve Altın Ordu
Türk tarihinde sonraları Altın Ordu ismiyle tanınmışolan devlet, evvelce Cengiz'in büyük oğlu Cuçi (Cuci)'ye verilmişti. Cengiz öldüğüzaman, Cuçi ülkesi Harezm ile Hazer denizinin güney sahilindeki İran eyaletleri dedahil olmak üzere, İrtiş'in batı tarafındaki bütün bölgeleri içine almakta idi.Cuçi babasından altı ay önce vefat etmiş olduğundan, Cengiz onun yerine Cuçi'ninikinci oğlu Batu'yu tâyin etmiştir.
İmparatorluğun türlü kısımları daha CengizHan'ın sağlığında çocukları arasında taksim edilmiş olduğu gibi, oğulları dabu geleneği uyarak, kendi ülkelerini çocukları arasında taksim etmişlerdir. BöyleceCoçi'nin büyük oğlu Orda, ülkenin doğu kısmına (Ak Orda); Batu, asıl Kıpçaksahasına (Gök Orda); Tok Timur, İdil nehrinin orta ve kuzey bölgesinde; Şiban,Ural'dan başlayarak Güney Sibirya ve civar bölgelere v.b. sahip olmuşlardır.
Altın Ordu kuvvetli birmerkeze sahip olduğu müddetçe bunların hepsi de Batu ailesinin hâkimiyetini tanımışve daha ziyade devletin türlü kısımlarında, hâkimiyetleri babadan oğula geçenbirer vali vaziyetinde bulunmuşlardır. Fakat merkezin zayıflaması ve bilhassa Batu sülâlesininkesilmesi ile başlayan mücadelelerde bunlar yalnız büyük birer etken olmuşlardır.
Cengiz İmparatorluğu’nun Tarihi Önemi
Cengiz imparatorluğunun, kısa bir müddet için dahi olsa, bozkır ve civar memleketlerdeki kargaşalıkları ortadan kaldırmaksuretiyle, kıtalar arasındaki münasebetler ve bunun sayesinde, eski ticaret yollarıtekrar emniyet altına alınarak, gerek maddî ve gerek manevî kültür malzemelerinin odevirde dünyanın bir ucundan öbür ucuna naklini kolaylaştırmış olmasiyle, beşeriyettarihinde büyük bir rol oynamış olduğunda şüphe yoktur.
Fakat bunun en büyük tesiri Türk sahasında,Türk milleti üzerinde olmuştur. Cengiz'den önceki bu devirler ve Türk sahasının münferitbölgelerinin tarihi bakımından, bu tesirin olumlu veya olumsuz olarak yorum veya izahınaimkân olmakla beraber, Türk sahası ve milletinin bu devirden sonraki kadericephesinden, bunun umumî olarak çok mühim ve olumlu bir vazife gördüğü inkâredilemez.
Cengiz ve onun halefleri hâkimiyetpeşinde koşarken, belki kendileri de bunun neticelerini düşünmeden, Türkler'in odevirde de en mühim kuvvetini teşkil eden bozkır kavimlerini nizama koyarak, bunlarıeski devirlerde olduğu gibi, bir kuvvet rezervuarı haline getirmişler ve bunların yardımıile Türk sahasını tek bir merkez etrafında birleştirmekle, Türk kavimlerininbirbirleriyle kaynaşmalarını temin etmişlerdir. Bu kuvvetli ve taze yeni Türkdalgaları, bilhassa hudutlarında, münferit Türk zümrelerinin komşularının tesirialtında, ayrı birer etnik birlikler teşkil etmelerine mâni oldukları gibi yabancı zümrelerintesirleri altında birbirinden farklı kültürler vücuda getirmelerini de önlemişlerdir.
Cengiz ve haleflerinin işgalettikleri yerlerde bir çok kültür merkezlerinin yıkıldığını ve birçoklarınında yer değiştirdiğini bildiğimiz gibi, bunların yerine yenilerinin de vücuda geldiğinigörüyoruz. Bu yıkma ve kurma hadisesinde Türkler'in kayıp ve kazançları ayrıcatetkike değer bir meseledir ve bunun herhalde, bir millet olarak, Türkler'in aleyhindeolmadığı da görülecektir. Bu devirden, Türkler'in İslâm çerçevesi içinde birtek kültür camiası olarak çıkmış olmaları da, milli bünye bakımından mühim birkazanç teşkil eder. Hudud boylarında gördüğümüz Türk zümrelerinin geri kuvvetlerile birleşerek kuvvetlenmiş olmaları da, bu mıntıkaların hususî vaziyetleri göz önündetutulursa, Türk tarihi için ehemmiyetsiz bir hâdise sayılmaz.
Cengiz imparatorluğu parçalanarak,münferit mıntıkaların istiklâllerini ilân etmeleri, Türk sahasını, iktisadî bakımdandaratmış olduğu gibi, aralarında vukua gelen mücadeleler de Türk kanının lüzumsuzyere harcanmasına sebep olmuş ve resmen dahi devam eden haricî birlik de Timur zamanındabüsbütün ortadan kaldırılmıştır. Türk sahasının hudutlarındaki teşekküllerinhiçbirinin Türkler'in kuvvet kaynağı olan bozkırları tamamıyla kendi tarafınacelbedememiş olmasına yol açmış ve bunu daimî kargaşalık haline getirmiştir.
Yeni bir birliğe doğru lâzımolan esasların kısmen hazırlanmış olmasına rağmen, Timur'un halefleri arasında bukumandanın başladığı işi devam ettirebilecek şahsiyet çıkmamıştır. Bubirbirinden ayrı mıntakaların zayıflayarak yeni bir Türk kuvvetini kabul etmeğe hazırbulunduğu bir anda en kuvvetli devrini yaşayan Anadolu Türk zümresi de, önündeki işibaşarmakta kendi kuvveti kâfi geldiği için, diğer Türk kuvvetlerinin birleştirilmesindekendisi için bir menfaat görmemiş, böylece Türk sahasının bir idare altındatoplanmasına imkân bulunamamıştır. Daha sonra maddî kuvvetten ziyade manevi kuvvetinrol oynamağa başladığı devirde, artık Türk sahasının en mühim mıntıkaları düşmanlarınpençesi altına girmiş bulunuyordu.
Türk -Moğol İmparatorluğu Devrinde Sosyal ve Askerî Teşkilât
Hun ve diğer Türkler'le Cengiz ordularınıngösterdikleri büyük başarıların bir taraftan eşine az rastlanan kahramanlık, dehamertebesindeki strateji ile vecd derecesine varan savaş azminde ve o devre göre tatbiketdilen teknik üstünlükte, diğer cihetten sivil teşkilâtla askerî teşkilâtıkaynaştırarak yürütmelerinde, sosyal nizamı aynı zamanda askerî bir nizam halinegetirmelerinde aramak gerekir; yani onlarda aile, oba, boy, halk gibi sosyalteşekküller, aynı zamanda onluk, yüzlük, binlik ve tümen gibi askerî birlikleri dekarşılıyordu ve bir savaş halinde bütün millet iç teşkilâtını bozmadan tek birordu gibi harekete geçebiliyordu.
Cengiz Han bu bakımlardan yeni bir şey ortaya koymuş olmayıp, bu bölgelerde eskidenberi mevcud olan hayat tarzını, büyük askerî harekâta uygun bir şekildeteşkilâtlandırarak bundan ustalıkla faydalanmasını bilmiştir.En küçük ailebirliğine Moğolca'da yasun ("kemik") deniyordu. Bu yasun'a mensup olanlarakraba oldukları için birbirleriyle evlenmezler ve bir ebügün ("ced")dentürediklerine inanırlardı.
Bir kaç yasun'unbirleşmesiyle aymag ve obog'lar (=Türkçe oymak, oba, "soy, kabile, aşiret,boy" anlamında) meydana gelirdi. Obog'a mensup olanlar da birbirleriyle evlenmezlerve menşelerini müşterek bir cedde bağlarlardı: Obog'lar için kullanılan diğer birtâbir de urug idi (= Türkçe uruğ, "akraba, kabile, boy, soy, nesil"anlamında). Başka başka obog (soy)lara mensup olanlar evlenince birbirlerine"kuda" derlerdi (Uygurcada kudaş, diğer lehçelerde kuda). Yasun ve urugdışındaki kimseler cad (=Türkçe cad, yat, "yabancı") sayılırdı.
Fakat savaşlar yalnızcadlara karşı yapılmaz, obog ve urug mensubu akrabalar arasında da çarpışmalarolurdu. Bu takdirde akrabalar yabancı sayılırdı. Bundan başka, bazan birbirine uzakobog (soy)lara mensup olan şahıslar da karşılıklı hediyeler alıp vermek suretiyleanda (kan kardeşi) olurlardı. Anda'lar birlikte yaşamazsa da yasun, aymag ve obogfertleri gibi birbirlerini desteklerlerdi.
Urug, yani akrabalar, birobog'un yani boyun hâkim sınıfını teşkil ederlerdi. Bunların arasında da bir debogol-bo'ol denilen köleler sınıfı vardı ki, bunlar diğer şark milletlerindekikölelerden farklı olup, harp esirlerinden meydana gelen hizmetkârlardan ibaretti vekendi boy özelliklerini muhafaza ederlerdi. Bogol'llar zamanla urug sayılarak akrabasınıfına girebiliyordu. Yararlık gösteren bogol (köle)ler, serbest bırakılınca,bunlara darhan (tarhan) denirdi.
Sonraları calagu (genç,delikanlı) tâbiri de "uşak" anlamında kullanılmıştır.
Nüfuz derecesine göre akrabalar arasında da kademeler bulunurdu. Yasun ve obog'lar,kabiliyet, cesaret ve beceriklilikleri ile temayüz etmiş olan şahıslar tarafındanidare edilirlerdi ki, bunlara noyan ("bey, reis komutan") denirdi. Noyan'larınisbaşına gelişinde menşe ve nesil-nesep rol aynamazdı. Bunların vasıflarınıbelitmek üzere bagatur ("bahadır, cesur"), seçen ("bilge,akıllı"), mergen ("nişancı"), bökö, büke ("pehlivan") v.b.gibi tabirler de eklenirdi. Noyan'dan başka Çinceden alınan Taysı (prens) ve sengün(komutan), Türkçe'den gelen tigin (prens) buyrug (komutan)v.b. tabirler dekullanılırdı. Noyan, önceleri hem sivil, hem askerî âmirleri ifade ederken,sonraları umumiyetle "subay" anlamında kullanılmıştır.
Noyan'ların en yakınyardımcılarına nökör-nöker denirdi. Bu sözün menşei hakkında ihtilaf vardır.Barthold, bunun Farsçadan gelme bir söz olduğunu ifade etmişse de, Vladimirtsov,aksine Farsçadaki nöker sözünün Moğol menşeli olduğunu ileri sürmüştür.
XII. yüzyılın sonlarında Moğol boyları, kendi aralarında daimî bir mücadele halinde yaşamakta idiler. Cesaret ve kabiliyetleriyle temayüz eden noyan'ların idaresi altında bir çok obog'un birleşmesi ile yeni gruplar kuruluyor ve bunlara irgen ("halk, aşiret") deniyordu. Tarih sahnesine çıkışları sırasında, Moğolistan'daki boylar arasında Monggol, Kereyit, Nayman, Merkit, Tatar, Oyrat gibi tanınmış irgenler bulunuyordu. Bazan bir boy zorla parçalanıp dağıtılıyor, veya reisler, nöker'lerinin yardımı ile yeni birlikler kuruyorlardı. Bu yüzden, bir boy adının bazan birdenbire ortadan kalktığını veya yeni adların ortaya çıktığını görüyoruz.
Böylece çok mühim başka bir tâbire geliyoruz ki, bu da ulus'tur. Bu söz "devlet, memleket" mânasında eski Türkçede de kullanılıyordu. Önceleri bu tâbirin, yer ve memleket kastedilmeden bir reis tarafından birleştirilen irgen'leri ifade ettiği fakat sonraları geniş ülkelerin zaptından sonra halk ile birlikte, onların oturdukları ülkeye de (il, el) teşmil edildiği anlaşılıyor.
Cengiz İmparatorluğu kurulmadan önce Moğollar, büyük veya küçük topluluklar halinde dağınık bir şekilde yaşamakta idiler. Temücin, 1206'da Cengiz Han unvaniyle hükümdar olunca, halkı o şekilde teşkilândırmıştır ki, irgen (halk), obog (boy), aymag, yasun (kemik)lar, aynı zamanda askerî birer birlik şeklini almıştır. Muayyen birliklerin başına noyan (komutan) olarak aynı boydan tanınmış bir kimseyi tâyin etmiştir.
En büyük askerî birlik tümen ("onbin") olup, bunlar da minghan ("bin"), cagun ("yüz"), arban (on'luk)lara bölünüyordu. Bütün halk böylece onluk, yüzlük, binlik veya onbinlik askerî kıtalar teşkil edecek şekilde büyük veya küçük yasun, aymag, obog ve irgen'lere bölünmüş bulunuyordu. Bu birlikleri idare edenlere, yukarıda açıklandığı gibi, noyan denir.
Fakat kıtanın tasrihi için (Türkçede olduğu gibi) sayı da eklenirdi, meselâ:
arban-u noyan "onbaşı",
cagun-u noyan "yüzbaşı",
minghan-u noyan "binbaşı"
tümen-u noyan "tümenbaşı"
Buna göre, meselâ bir "binbaşı" yalnız askerî komutan olmayıp, muayyen bir halk topluluğunun, üzerine yaşadığı toprakla birlikte, sivil bakımdan da idarecisi idi. Kagan (hükümdar) ve köbegün ("oğul, prens")ler, noyan'ları vazifesinden atarak malını müsadere edebiliyordu. Fakat noyan'lar kendi keyiflerine göre işini bırakamaz ve birbirleriyle yerlerini değiştiremezlerdi.
Bu gibi bir teşkilânma esnasında birbirleriyle akraba olmayan türlü obog ve irgen'lere mensup fertlerin bir araya getirilmesiyle yeni tümen'ler de kurulmuştur. Bu gibi yeni birlikler, ya boylardan birinin, veya başlarına getirilen noyan'ın adı ile anılmışlardır. Bu durum, eski boy teşkilâtının bozulmasında esas rolü oynayan sebeplerden biri olmuştur. Bu yüzden bazı boyların bölünerek ortadan kalktığını, veya bazı adların, muhtelif yerde parça parça yeniden peyda olduğunu görüyoruz. Böylece minghan ("binlik")ler, yavaş yavaş obog'ların yerini almıştır.
Bütün boy ve halkların birleştirilmesi ile Ulus ("Devlet, Hükümdarlık, İmparatorluk") meydana gelmiştir. Ulus, yani Devletin başında bulunan kimseye Kagan (veya Ka'an, Kan, Ha'an, Han) denir ve bu da Kuriltay (=Kurultay, "Millet Meclisi") tarafından seçilirdi. Ananeye göre devlet sülalenin mülkü sayılır ve Kagan tarafından sülâlenin erkek mensuplarına (köbegün "prens, oğul") kısım kısım miras ve tımar olarak verilebilirdi. Noyan'lar bunların emri altında bulunurlardı. Prenses ve imparatoriçelere begi ve hatun denirdi.
Böylece kumanda şeması şöyle bir sıra arzeder: Kagan-köbegün-noyan-nökör.
Cengiz Han bütün irgen ("Halk")leri birleştirerek büyük Monggol-Ulus ("Moğol İmparatorluğu")nu kurduktan sonra, türlü halk ve ülkeleri oğulları arasında taksim etmiş, böylece en küçük oğlu Toluy, baba ocağını devam ettirmek üzere esas yurtta kalmış, büyük oğlu Çoci, sonradan Altın Ordu Devleti'nin kurulacağı batı bölgesini, Çağatay Türkistan'ı, Ögedey de Doğu ülkelerini almıştır. Bazan büyük Ulus (imparatorluk)un bu parçalarına da ulus denmiştir.
Kagan tarafından muayyen bir ulus'un başına getirilen köbegün (prensler)ler, bu ülkenin ecen (sahib)i sayılır, fakat muayyen yetkiye sahip olmakla beraber vergi toplayamazlardı. Vergi ve maliye işlerine Kagan tarafından tâyin edilen darugaçin adlı memurlar bakar ve topladıkları verginin muayyen bir kısmını köbegün (prens)e verirlerdi. Noyan'ların, köbegün (prens)ler derecesinden hususî hakları olmamakla beraber, kendi birlikleri içinde tam yetki sahibi idiler. Yüzbaşı, binbaşı ve tümenbaşı makamları, sonraları irsî olarak intikal etmiştir. Kagan, muayyen bir ulus'un idaresiyle vazifelendirdiği prenslere, binbaşı ve tümenbaşı gibi komutanları da birlikte verirdi. Bazan tümen komutanları, binbaşılarını kendileri seçer, fakat bunların kagan tarafından tasdiki gerekirdi.
Moğol askeri teşkilâtının ilerideki gelişmesinde noyan'ların yardımcıları olan nöker'ler mühim rol oynamışlar ve bu iki zümre arasındaki münasebetler, kan akrabalığına dayanan sosyal kuruluşun yavaş yavaş değişmesinde etkili olmuşlardır. Noyan'ların bir nevi yardımcısı, kurmay ve emir subayı olan nöker'ler, gerek arkadaşlık ve gerek merak yüzünden kendi arzuları ile bu mesleğe atılır, noyan'ı ile beraber yaşar ve dolayısiyle hiçbir akrabalığı olmayan başka boylardan da gelebilirdi. Sonraları, nöker'lük müessesesi, Moğol subay okulu şeklinde gelişmiştir.
Bir noyan'ın yanında çalışan nökerler muayyen birliklere komuta ederek sonraları noyan olurlardı. Kagan, köbegün ve noyan rütbesinde olan herkesin etrafında nökerler bulunurdu. Bunlar üçretli asker olmayıp serbest gelen subay namzedi idiler ve her zaman harbe hazır bulunurlardı. Diğer cihetten komutanlar da nöker'lere bakmak ve beslemekle mükelleftiler.
İdare eden ve emir veren bu zümrelerin altında, harp esnasında çerig "asker" olarak vazife gören ve karaçu (kara halk) denen geniş halk tabakası bulunurdu. Yukarıda işaret edildiği gibi, bunların arasında hizmet gören bir de bogol (köle, esir)ler ile calagu (uşak)lar sınıfı vardı.
Yasun, aymag, obog, irgen, ulus şeklinde gelişen sosyal birlikler, kendilerinin müşterek malı sayılan ve nutug ("yurt, yer"), denilen topraklarda göçerlerdi. Birkaç çadırdan ibaret küçük birliklere ayil (=Türkçe "ağıl, köy"), birkaç ayil'den kurulu birliklere de otog (otağ), etrafları çit, hendek ve arabalarla çevrili büyükçe birliklere küreyen, küre'en, küren denirdi. Orda (ordu), sefer karargâhı anlamına gelirdi.
Görülüyor ki, Cengiz Han'ın eski Türk teşkilâtından örnek alarak kurduğu bu nizamda, bir taraftan akrabalık diğer cihetten idarî ve askerî gaye büyük rol oynamış ve bu temeller, devletin büyümesi nispetinde, birbirinden kat'î çizgilerle ayrılamayacak derecede karışmıştır. Böylece akrabalık esasına dayanan eski sistem tedricen bozularak yeni yeni gruplanmalar ve tabirler meydana gelmiştir.