İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  BURSA EFSANELERi
 


BURSA EFSANELERİ


Emir Sultan Efsanesi
Yıldırım Beyazıt savaşa gider Emir Sultan Yıldırım Beyazıt ‘nı damadı olduğu için Bursa dan ayrılmaz Bu duruma Yıldırım Beyazıt’ın karısı ve Emir Sultan’ın kızı çok içerlenir ,Emir Sultana “ Sana yakışıyor mu ? Babam harp meydanında savaşıyor sen buradasın” Emir Buhari de “ Hanım bizim harbe gidecek zamanımız henüz gelmedi Allah kısmet eder izin verirse o zamanda gelecek.”der Birkaç gün sonra çadırında otururken çadırın bir ucunu kaldıran Amir Sultan karısına savaş meydanını gösterir Bakarlar ki Yıldırım Beyazıd ayağından yaralanmış Ordusu da yenilmek üzere Emir Sultan karısına “ şimdi Allahın izniyle babana yardıma gidiyorum” diyerek hanımının başörtüsünü alır ve ortadan kaybolur.Bu sırada savaş meydanın da beyaz bir atlı belirir.Beyaz atlı savaşçı önüne çıkan düşmanı perişan eder Kaybedilmek üzere olan savaş zaferle sonuçlanır,Evden çıkarken karısının başından aldığı baş örtüsünü de Yıldırım Beyazıt’ın ayağına sarar ve ortadan kaybolur.

Zafer dönüşü Bursaya gelen Yıldırım Beyazıt ilk iş olarak damadı Emir Sultanı huzuruna çağırır .Hiddetle “ Ben senin gibi karısının koynundan çıkmayan zavallı bir damat istemiyorum, Benim damadım halk meydanında düşmanı perişan eden beyaz atlı gibi bir yiğit olmalıydı.”Emir Sultan “Afedersiniz Sultanım “diyerek beyaz atlının kendisi olduğunu açıklamaz Orada bulunan Hundi hatun Babasının bacağına sarılı olan örtüyü hemen tanır” Hayır baba “der Bacağınızdaki çevreye bir bakar mısınız o benim çevrem “ der .Padişah bacağındaki çevrenin kızına ait olduğunu görünce kendisine yardım edenin Emir Sultan olduğunu anlar ,hemen yerinden fırlayarak Emir Sultanın elini öpmeye çalışır Emir Sultan “ Siz benim büyüğümsünüz ben sizin elinizi öpeyim “ der. Ve zaferlerin daim olmasını diler.

Çekirge Sultan Efsanesi

Bursa’nın önde gelen semtlerinden olan çekirge semti eskiden olduğu gibi günümüzde de hamam ve termal otelleri ile tanınmaktadır. Çekirge Sultan fakir bir adamdır Sultan unvanı sonradan kendisine verilmiştir.Sabahtan akşama kadar hamam kapısının önünde bekler sadaka dilenirdi. Günün birinde hamamda kadınlardan biri küpelerin kaybeder Bütün hamam telaşla kadının küpelerini arar , Çekirge kadına “Yıkandığın kurnanın yanında ufak bir delik var dökülen saçlarına sarılı olarak küpelerin orada durmaktadır” der Hamamdaki bütün kadınlar büyük bir heyecanla koştular çekirge Sultanın dediği yerde küpeleri buldular.

Bu olaydan sonra herkes ona gelecekle ilgili sorular sorarlar Zamanla ünü o kadar yayılır ki Sultan Murad’ın kulağına gider.Padişahın huzuruna getirilir Sorulan iki soruya mükemmelen yanıt verir.Sultan Murad kendisine doğru kapalı elini uzatır ve “ Söyle bakalım elimde ne var”.Böyle bir soru beklemeyen adam bir süre düşünür ve “ Bir atlarsın çekirge iki atlarsın çekirge “ Henüz sözünü bitirmeden padişah elini açar elinden bir çekirge atlar .Bu olaydan sonra kendisine Çekirge Sultan lakabı verilir Aynı zamanda Padişahın baş Müneccimi tayin edilir.

Cennet Bursa Efsanesi

Vaktiyle her Süleyman'dan içeri bir Hazreti Süleyman varmış; alnında peygamberlik nuru yanar, başında hükümdarlık tacı parlarmış; Allah ona "mührü Süleyman" derler tılsımlı bir mühür ihsan etmiş; bu sayede dağa taşa hükmeder; kurda kuşa sözü geçermiş... Oturduğu taht desen ne altın, ne fildişi; ya cin, ya peri işi bir tahtırevanmış! Dur derse durur; yürü derse yürür; uç derse uçarmış.Böylece dünyanın dört bir yanını dolanır; ağlayanla ağlar, gülenle gülermiş.

Günlerden bir gün tahtına kurulur; sağ yanına sağ vezirini, sol yanına sol vezirini alıp havalanır göklere... Dağlar eğim eğim eğilir; yollar erim erim erir; bir göz yumup açıncaya kadar gelir, dağların dağı Uludağ'ın tepeciğine iner, bakar ki, ne baksın! Bu dağın bir kanadı ses, bir kanadı renk; bir kanadı su, bir kanadı ışık!

Hazreti Süleyman:"Yaratan neler yaratıyor!" diyerek parmağı ağzında kalakalır. Neden sonra kendine gelip sağına döner, sağ vezirine:

"A benim vezirim; sen çok gezdin, çok gördün; imdi dünya gözüyle bakınca bu yerleri nasıl görüyorsun?" diye sorar.

Sağ vezir: "Ey benim sultanım, efendim; Allah her güzelliği buraya vermiş ama bunları görüp duyacak, derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar? deyince, Hazreti süleyman bu söze mührünü basar. Sonra sola dönüp sol vezirine:

"A benim vezirim; sen çok yaşadın, çok bilirsin; dünyada bu güzelliklerden üstün bir güzellik daha var mı?" diye sorar. Sol vezir da aynı dilden cevap eyleyip:

"Var sultanım, var! Öyle ya, dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir ama, gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir... Burcu burcu kokan güller güzeldir ama, hiçbiri gül yanaklar gibi domur domur açılmaz... Şu uçsuz bucaksız mavi su güzeldir ama, bir damla gözyaşının, yanan yüreklere verdiği ferahlığı veremez.. Şu pırıl pırıl gökyüzü güzeldir ama, hiç bir ayın ondördü sultan gibi, ay ile bahsedip gün ile doğamaz..." deyip kesince, Hazreti Süleyman bu söze de mührünü basar ve son sözü kendi alır:

"Ey benim vezirlerim; ikiniz de ağzı öpülecek adamlarsınız; bu yerlerin bir 'insan' eksiği var. Dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaydı, ya dile getirir, ya tele getirir de, böyle kaybolup gitmezdi, bu bir! Üstelik bunlara her güzellikten üstün bir de insan güzelliği katılırdı, bu iki!

"İmdi, siz de benim bu sözüme bir 'mim' korsanız, şu yaylaları yurt edinelim.. Bir saray yaptıralım, köşkü beraber; içinde bahçesi, suyu beraber... Bu saraya güzeller güzeli Belkıs'ın tahtını kuralım; bu bahçeye de dilediği gülü, bülbülü konduralım ve lakin köşkün anahtarı bende kalsın!"

Vezir vüzerası mim koymaya kalmaz; dağ taş dile gelip: "Belkıs, Belkıs!" diye inim inim inler...

Hazreti Süleyman o saatten sonra tezi yok, perilerini başına toplayıp onlara danışacak olur, ama perilerden bir peri, niyetini gözünden okuyup ağızsız dilsiz anlatır ona:

"Ya Süleyman; 'Can kavmi' derler bir kavim vaktiyle buralarda bir şehir kurmuştu ama 'Cin kavmi' dedikleri kavim de bu şehre göz koymuştu. Bin yıl dövüştüler durdular ya, son sonu ne onlara kaldı, ne bunlara; tufan erişip sular altında kaldı şehir! İşte bu dağın eteğinde gördüğün göller, göl değil, o tufanda göllenip kalmış sudur; o şehir de, sözüm ona, bu göllerden birinin altında yatıp duruyor..." deyince, Hazreti Süleyman mührü Süleymanı basar, vüzerası da birer mim kor bu söze...

Bunun üzerine su perileri sulara dalar; gölleri boşaltıp can şehrini ortaya çıkarırlar. Dağ perileri de dağlara tırmanır, getirecekleri kadar getirip, mermer taş, mermer direk bir saray kurarlar, köşkü beraber, bahçesi, suyu beraber.

Periler bu hayhayda iken, Hazreti Süleyman kuşun kanadıyla her yana haberler gönderip cümle ela gözlüleri buyur eder. Nerde var nerde yok, ela gözlüler de gelir, bu şehre yerleşir; Belkıs Sultan da varıp sarayına, tahtına kurulur; şehir şehir olur, saray da saray!

Sağ vezir bunu sağ gözüyle görür: "Cennet burası!" der; meğer sol vezirin bir kulağı biraz ağırmış; bu sözü "Cennet Bursa!" anlamasın mı?

O gün bu gün, bu şehrin adı "Bursa" kalır. Şehrin anahtarı kendisinde ya, Hazreti Süleyman da yılda bir kez olsun, felekten bir gün çalıp Bursa'ya gelir, Belkıs Sultan'la murat alıp murat verir.

Eh fani dünya kimlere kalmış ki onlara kalsın, ömürlerini yakalarına dikmediler ya! Bir gün ikisi de bahtını yellere, tahtını ellere bırakıp bu dünyadan göçüp giderler, ama gel zaman git zaman, Bursa, Bursa olarak kalır.

 
 
Z i Y A R E T C i - D E F T E R i
orhanyildiz.tr.gg
A N A - S A Y F A Y A - G i T
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol