İletişim Adresi

   
  ORHAN YILDIZ
  ATATURKUN ANILARI
 


ATATÜRK’ÜN ANILARI

İZMİR SUİKASTI

İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:

—Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:
— Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
— Evet, dedi. Ben yine sordum:
— Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
— Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.
— Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
— Hayır.
— O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
— Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.
O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
— Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.
Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.

ALÇAK GÖNÜLLÜ

Atatürk'ü, 1938 Gençlik ve Spor Bayramı günü, son defa, 19 Mayıs Stadyumu'nda gördüm. Şeref tribünü kapısında -o zaman küçük bir çocuk olan kızıma- o günün anısı olan rozetini taktırmayarak bir şeyler söylüyordu. Zayıf ve yorgundu.

Kızımdan Atatürk'ün kendisine neler söylediğini sordum:
— Rozette resmim varmış, nasıl takarım? dedi.
Zeki ve alçakgönüllü Atatürk rozetteki resmi görmüştü.
Bu, O'nun stadyuma ilk ve son gelişi, sanki gençliğe vedası oldu.

MUTSUZ  LİDER

Bir akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, kişisel özgürlüğünün birçok bölümlerinden yoksun bırakılması acısını hüzün dolu sözlerle şöyle anlattı:
- “Şimdi siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız. Benim gözümde bunun ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz. Halime bakın, sahip olduğunuz bu özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı bir insanım. Bütün eğlencem, akşamları soframa topladığım arkadaşlara ayrılmıştır. Haydi şimdi buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere girip çıkın, arzu ettiğiniz gibi eğlenin. Ben de bunun hayaliyle avunurum.” dedi.
O akşam hepimiz masadan erken ayrıldık.

YURDUMUN TOPRAĞI TEMİZDİR

Kral Edvard İstanbul'a geldiği zaman,yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayına yanaştı.
Atatürk rıhtımda onu bekliyordu.Deniz dalgalıydı.Kralın bindiği motor,inip çıkıyordu.
İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada,eli yere değerek tozlandı.
O sırada Atatürk elini uzatmış bulunuyordu.
Bunu gören Kral bir mendille elini silmek istediği zaman Atatürk:
-Yurdumun toprağı temizdir,o elinizi kirletmez,diyerek Kralı elinden tutup rıhtıma çıkardı.

DEVRİM BİR ANDA OLUR YA DA OLMAZ

Atatürk yazı devrimini gerçekleştirmişti.
Yaşlı,genç,kadın,erkek tüm yurttaşlar yeni harfleri öğrenmek için gece gündüz kurslara gidiyorlardı.
Devrimi izleyen iki yıl içinde bir buçuk milyon vatandaş okur yazar olmuştu.
yazı devriminin en dikkate değer yanı,Atatürk'ün bu devrimin yerleşmesinde en ufak bir ihmali bile kabul etmemiş olmasıdır.
Örneğin bazı kimseler kendisine:
-Paşam,ilkokulların ilk sınıflarından itibaren yeni harflerle öğretime başlayalım.
O kuşakla birlikte ortaokulu,liseyi ve üniversiteyi izletelim,diyorlardı.
Atatürk bu görüş ve düşüncelerin hiçbirisine yanaşmadı. -Devrim ya bir anda olur,yada hiç olmaz,dedi.

HAPI YUTARDI

Atatürk Galatasaray Lisesi'nde öğrencilerden birine sordu:
-Nil olmasaydı, Mısır ne olurdu?
Öğrenci,çabuk yanıt vermek için boş bulunup:
-Hapı yutardı...dedi.
Bu yanıt Atatürk'ün hoşuna gitti.Öğrenciye on numara verdi.

YAPACAKLARIMDAN SÖZ EDİN

Bir soruşturma dolayısıyla,Atatürk'ün başardığı işlerden Vasıf Çınar söz açmıştı.
Kendisine Sordu:
-Sizin en büyük eseriniz hangisidir?
Atatürk'ün kısa cevabı şu olmuştu:
-Benim yaptığım işler,biri ötekine bağlı gerekli olan işlerdir.Fakat,bana yaptıklarımdan değil,
Yapacaklarımdan söz edin.

BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK

Yazı devriminden sonra(192,Atatürk'ün kara tahta başındaki resmi görülünce,O'na "başöğretmen" denilmeye başlanmıştı.
Aslında,adlandırmada geç kalınmıştı.
Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra,bir İstanbul gazetecisi kendisine şöyle bir soru yöneltmişti:
-Yurdu kurtardınız.Şimdi ne yapmak istrerdiniz?
Hiç duraklamadan şu cevabı vermişti:
-Milli Eğitim Bakanı olarak Türk Kültürünü Yükseltmeye çalışmak,en büyük amacımdır.
Ondan sonra Atatürk nerede görünse,mutlaka orada bir okula girer,öğretmen ve öğrencilerle konuşurdu.
Birgün Atatürkün yolu köy okuluna düştü.Tek sınıflı okulda bir genç öğretmen ders veriyordu.
Atatürk sınıfa girince,öğretmen kürsüsünü terk etti.
Atatürk:
-Hayır,yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz,dedi.Eğer izin verirseniz,bizde sizden faydalanmak isteriz.Sınıfa girdiği zaman,Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir.

YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM

Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
- İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.

Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.

Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.

YANINA ALDIĞI İLK ER

O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.
- Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.

İNANMAYANLAR DA HAKLIYDILAR

Mustafa Kemal realist bir liderdi. Lekelemelerin politika kadrosunu nasıl daraltacağını ve kendisini bir avuç partizan takımı elinde bırakacağını düşünerek, açıkça bir suç işlemiş olanlar dışında yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi. Sicil yoklamalarına rağbet etmedi. Bir gün bana:
- Kuva-yı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler, demişti.

TÜRK ORDULARI  BAŞKUMANDANIYIM

Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
- Binbaşı mısınız?
- Hayır.
- Albay mı?
- Hayır.
- Korgeneral mi?
- Hayır.
- Peki nesiniz?
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!..

ASKERLE GÜREŞ

Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?

Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.

Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!

Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?"

Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.

KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR

Bir gece beraber oturuyorduk. Yanımızda Siirt milletvekili Mahmut Soydan, şimdiki Macaristan elçimiz Ruşen Eşref Onaydın, bir de Soysallı vardı. Atatürk, ertesi günü Büyük Millet Meclisi'nde okuyacağı söylevi hazırlıyordu. Mahmut'la Ruşen Eşref not tutuyorlardı. Atatürk ara sıra bana da, "Ne dersin?" diye soruyordu. Ben ne diyebilirim? Hiç... Sonra Atatürk bana döndü ve dedi ki:

- Bu memleketin efendisi kimdir?

Düşündüm. Karşılığı o verdi:
- Türk köylüsüdür, dedi. Ve devam etti:

- Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!..

KAHRAMAN TÜRK KADINI

17Mart 1923 Tarsus:

Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.

Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.

Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."?

SORUŞTURMA AÇILAN KÖYLÜ

Atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında kovuşturma yapılıyordu. Durumu Ata’ya bildirdiler.
-Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş.
Atatürk sordu:
-Ben ne yapmışım ona?


Soruşturma evrakını inceleyenler açıkladılar:
-Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan.
Bunu söyleyen o zamanın bakanlarından biridir. Bakana şu soruyu yöneltmiş:
-Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?
-Hayır...
-Ben Trablus’ta iken içmiştim. Pek berbat şeydir. Köylü gene bana az küfretmiş. Siz bunun için mahkemeye vereceğiniz yerde, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.

KÖYLÜNÜN CEVABI

Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan baş kaldırıp ne memleketi imar edebilmiş, ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuz olduğu kadar düşmanlarımızın da suçudur. Çünkü başta Ruslar olmak üzere düşmanlarımız hep şöyle düşünürlerdi:
-Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler...
Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar, Balkan milletlerini “İstiklal” diye kışkırtırlardı.
Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler zenginleşirlerdi.

Onların neden zengin, bizim neden fakir  kaldığımızı bir köylü, Atatürk’e verdiği kısa bir cevap ile çok güzel açıklamıştır.
Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
-Bu köşk kimin?
-Kirkor’un...
-Ya şu koca bina?
-Yargo’nun...
-Ya şu?
-Salomon’un...

Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
-Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur:
-Biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna Boyları’nda, Balkanlar’da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar’da, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam...
Atatürk bu anısını naklederken:
-Hayatımda cevap veremediğim tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu

Atatürk ve Nöbetçi

İtalyanların Habeş Harbi sıralarında idi. Ege kıyılarında kıta ve tahkimat komutanları çok titiz davranıyorlar, kıtaya herhangi bir yabancının sızması olasılığına karşı erleri sık sık uyarıyorlardı.
Bu günlerin birinde Atatürk’ün teftişe geleceği haber alındı. Atatürk beklenilen günde yanındaki erkanı ile geldi. Kıtaları teftiş edip dolaşmaya koyuldu.

Savunma mevzilerinden birine giden yolun dönemecinde Atatürk birdenbire durdu. Yanındakilere:
-Siz beni burada bekleyiniz, ben yalnız gideceğim, dedi.
Yanındaki komutanlar tereddütle birbirlerinin yüzüne baktılar. Fakat, tabii bir şey söyleyemediler.
Atatürk patikanın kıvrımını döndü. Koruganın hakim bir noktasında nöbet bekleyen Mehmetçiğe doğru yürüdü. Uzaktan gelen bir sivilin kendisine doğru yürüdüğünü gören Mehmetçik hemen silahına davrandı. Daha fazla yaklaşmasına izin vermeden gür sesi ile:
-Dur!... diye gürledi.
Atatürk bu kesin ihtar karşısında durarak:
-Sen beni tanımıyor musun? Ben kimim?
-Mustafa Kemal’sin komutanım.
-Peki sen benim Mustafa Kemal olduğumu biliyorsun da hala neden yasak, diyorsun?...
Mehmetçik bir an durakladı. Herhalde teftişten haberi vardı. Fakat onun bildiği Atatürk, yanında kalabalıkla gelirdi. Böyle yapayalnız gelmezdi. Bir an daha düşündükten sonra kafasını salladı ve safiyetle yanıt verdi:

-Komutanım, Mustafa Kemal’sin Mustafa Kemal olmasına ama... Düşmanların işine akıl sır ermez... Birini sana benzetir içeri sokarlar... Gözünü seveyim sen şu bizim yüzbaşıyı al birlikte gel, o zaman nereye istersen git!
Atatürk, geri döndükten sonra komutanlara bunu anlattı. Bu mert ve uyanık eri çavuşluğa yükselttirdi.

Sen Gazi Paşasın

Mustafa Kemal’in ilk Cumhurreisliğine seçildiği sıraydı. Bir sabah Çankaya sırtlarında arkadaşlarıyla gezmeye çıkmıştı. Gazi yanına sokulan bir çocuğu yakaladı. Çelik bakışlarıyla alemi büyüleyen gözlerini onun yüzüne dikip gülümseyerek sordu;

-Adın ne senin bakayım?

- Cemil

- Çankaya’da mı oturuyorsun?

- Yok. Ayrancı’da

-Mektebe gidiyor musun?

Çocuk başını öne doğru hızla eğdi

-E… Ne okuyorsun mektepte?

-Her bir şey okuyoruz.

-Peki ben kimim Cemil?

Çocuk zeki bakışlarını Ata’nın üzerinde gezdirdi:

-Sen Gazi Paşasın.

Ata gülümsedi.

- Olmadı . Cemil ben senin Gazi Paşa değilim. Beni benzettin sen.

- Yok benzetmedim iyi biliyorum, sen Gazi Paşasın.

-Nereden biliyorsun?

Çocuk kendinden emin bir tavırla.

-Çünkü, dedi sana hiç kimse benzemez…

Çelik gözler bulutlandı. O eşşiz kafanın içinden kimbilir ne düşünceler geçti o anda:

Büyüdüğü zaman ne olacağını konuştular sonrasında.

Sonra O’nu oyuna iade edip yoluna devam ederken yanındakilere döndü:

- Milletin bağrında temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak dedi.

Atatürk’ün Çocukla Sohbeti

Atatürk bir okula gitmişti.her zaman olduğu gibi bütün çocuklar etrafını sardı. hepsi sevinç içinde onu alkışlıyordu. Yalnız küçük bir çocuk;bir kenara çekilmiş,ilgisiz gibi duruyordu bu durum Atatürk’ün gözünden kaçmadı. Onu yanına çağırdı:
- ”Çocuğum,neden durgunsun? Bir derdin mi var? Hasta mısın?” dedi.
Çocuk:
- ”Bir şeyim yok efendim” dedi.Arkasını döndü, gözlerinden akan yaşları gizlice sildi.
Atatürk:
- ”Niçin ağlıyorsun yavrum? Sen ağlayınca ben çok üzülüyorum” dedi.
Küçük çocuk,o vakit yaşlı gözlerini Atatürk’e çevirdi:
- ”Atam,seni böyle yakından görmek isterdik. Geldin,gördük,sevindik. Ama artık sıramızı savdık.Bir daha seni ne zaman göreceğiz? Ona ağlıyorum.”
Atatürk oradaki çocuklara baktı:
- ”Beni ne zaman görmek isterseniz,aynaya bakın.Siz Türk çocukları benim birer parçamsınız.Bende sizin” dedi.

 
 
Z i Y A R E T C i - D E F T E R i
orhanyildiz.tr.gg
A N A - S A Y F A Y A - G i T
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol